28 Ekim 2011 Cuma

Kırık Ayna

   Işığı yansıtan sırlı cam,  sırrın ben olayım sen anlat bana. ..




                Dudaksız gülümsemesinin üzerinde feri sönmüş iki küçük gözüyle yanından geçenlere bakınıyordu. Manasız siyah bakışları boşlukta kaybolurken kocaman bedeniyle yavaşça oturduğu eski banktan doğruldu. Üç beş adımda arkasında bıraktığı ispanyola küfürler savururken nede olsa kendisini hiç anlamadığını biliyordu. Yemyeşil parkın firuzeyi andıran göl kıyısından, şehrin küçük ve dar sokaklarına doğru baktı. Bulutların arasından güneşin nerede olduğunu kestirmeden, onu önüne almadan yürümezdi.
                 Uzun toprak rengi ceketinin ceplerine soktuğu elleri, kıpır kıpır oynuyordu. Boynunda, babasından kalan üstü ceketinin renginde, tahta gibi deri kılıf kaplı fotoğraf makinesi, ağır bir madalyon gibi; ayaklarına inat sağa sola kıpırdamadan asılı duruyordu.Yürürken attığı adımlarda damarları bir geriliyor,bir gevşiyor sanki bedeninin  içindeki binlerce mahzende çılgın dans partileri veriliyor, sabahlara kadar eğlence durmaksızın devam ediyordu. Arada bir içinde yeralan titreşimler vücudunun değişik yerlerinde ani kasılmalara,tiklere sebeb olsa da bunları engellemek için çoktan vazgeçmişti. Rengi siyahtan gri çalan küçücük gözlerinin asılı durduğu kafası tiklerden yarılmış, bir zamanlar tanımış olduğu, bütün insanların tüm yüz hatlarına sahipti. Kırış kırış olmuş yüzü ütülenmemiş bembeyaz bir perdeyi andırıyordu.
                Adımların kaybolduğu sokakların izinde, düşlerinde tanıştığı insanların fısıltılarından tırsarak yol alıyordu. İçinde yaşadığı bu kıprak hezeyanı, gittiği her yere beraberinde taşıyamadığı zamanlar nihayet kapısını çalmıştı. Kendi yanlızlığının esaretini, ne kendisini ne de bir başkalığı hiç kimseyle paylaşamayacak olmanın yarattığı acıya öfkeleniyordu. Annesi, onun da annesi ve tüm diğerleri, kendisinin yaratılış dizisindeki bir zamanlar ulaştığı bütün insanlar, sorularını cevaplamak için çok geç kalmışlardı. Babası ise kuralına uygun gercekleştirilen isim verme töreninde adını koyduktan sonra kayıplara karışmıştı. ''Neden bana üç harfli bir isim verdiler, benim aklımda kısa mı anne gerçekten ben akıllı mıyım diye sorduğunda annesi  hep'' cin gibisin yavrum cin'' diyerek geçiştirirdi.

     -cinim ben cinim ben ...

                Zaman ilerledikçe önüne bazen zorla da konan cevapları kabul etmeyerek kendi kendine arkadaşlar ahbablar edinmeye başlamıştı.En çok sevdiği arkadaşları arasında köprü altını bark edinmiş Redon isimli, kirden pasaktan uzun saçları rastalanmış adamla, ispanyada hapishaneden kaçarak  kendisini bulmuş, iki kelime dilinden anlamasada onun yerinede konuştuğu bir kaçak vardı. Aşık olmamıştı hiç, tabii küçükken sevdiği etkilemek istediği kızlar olmuştu. Ama kendini bir türlü paylaşmanın gerçekliğine inandıramamıştı. İnsanlar arasında en çok merak ettiği, caddelerde boş boş  dolaşırken gördüğü,  çizgilere basmadan usulca yürümeye çalışan bir de şu delibozuk Kadın vardı. Şimdi izine tekrardan rastladığı, Az önünde yürüyen bu Kadın kırlaşmış saçlarının altından gözüktüğü, yağlanmış mavi başörtüsünün uçlarını çenesinin altında sıkı sıkıya bağlardı. Bu sıkı bağlanmış  başörtüsündenmi  çenesi hiç  açılmazdı yoksa gerçekten dilsizmiydi hiç kimse bilmezdi.


''Mavili Karı'' diye seslendi arkasından.


-Heyy mavili karı!!!

                Kimselere aldırış etmeyen Mavili Kadın, kaldırımlarda gelişi güzel sıralanmış çizgilerin bir anda bittiği yere geldigi zaman, diğer tarafa geçebilmek icin ellerini havaya kaldırır ve içinden birseyler söylerdi. Kıpırtısız dudaklarından dökülen mırıltıların dilinden kargalar bile anlamazdı. Çizgisiz dünyaya adım atmak için ritüelini tamamladıktan sonrada parmak uçlarında yükselerek  üzerinde bastığı kaldırımı ve sanki altında yatan toprağı hiç incitmemeye çalışarak adımlarına devam ederdi. Çizgilerin kayıtsız dünyasına yeniden kavuştuğunda ise eskisi gibi ağır aksak yürümeye devam ederdi.
                Mavili Kadının arkasından birebir takip eden Ali, boynunda asılı duran tahta bir kutuyla çektiği   fotoğrafları ceketinin cebinden çıkardı. Hızlı adımlarla kadının yanına gitti.

''Bak'' dedi, ''bak bu mu senin en güzel halin?''

                Mavili Kadın korkak bakışlarını kaçırarak gözlerinin önüne uzatılan fotoğrafına koca karga burnunun üzerinden baktı. Ne olduğunu anlamadan ağır ve küçük adımlarına devam etti. Kendisiye ilgilenilmediğini gören Ali, ''senin de hikayeni biliyorum'' diye alçakça arkasından bağırdı. Kadın gözden kaybolmak üzereydi. Seni de sokaklara düşüren binlercesinin umursamazlığı olmalı diye düşündü.
-cinim ben cinim ben..
                Kaldırımlara yağ sürülmeden saplanmış tepesinde ışıklar yanan çubuklara sürünerek sokakta ilerledi. Küçük çenesini öne uzatmış, kendi gölgesine kapılmadan yürüyordu. Bazı ışıkların altına geldiğinde ise gözgöze kaldığı gölgesiyle arasında bir sessizlik başlıyordu. Devinimleri ve kıpraşmaları kesildiğinde içindeki festivali tekrardan başlatmak için, gözlerine takılan uzantısını yok etmeye uğraşıyordu. İki karışlık ayak tabanlarının altında saklanacak bir yer bulamayan karaltısını öfkeyle paralamaya başladı. Sonra bir diğerini, bir diğerini. Hiç bir şey düşünemediği o anda sadece homurdanıyordu. Kendi içindeki sessizliğin düşmanıydı. Bu durumunu görüpte yanına gelen bir iki kişi ise halinden korkup uzaklaşmıştı. Nihayet caddenin sonuna geldiğinde iliklerine kadar terlemişti. Kıpır kıpır yerinde durmayan ellerini boynundaki tahta parçasının üzerine yerleştirdi. Birden ispanyol arkasından bağırdı,

-Hadi gel köprü altına gidelim azıcık ekmekle şaraba ortak oluruz, hem bırak artık şu kadının ne demek istediğini..

                İki sokak ötedeki köprü altında Redon'un  yerine geldiklerinde  ateşin başına oturdu.Sirke ile toz arası pislik kokan Redon, elindeki şişeyi Aliye uzattı. Susamıştı. Eline aldığı şişeyi önce burnuna götürdü. Küflenmiş çilek kolonyası ile ekşimsi bir böğürtlen kokuyordu. Babasından hatırladığı tek şeydi bu koku.Bütün gün ordan oraya savrulurken  içi kurumuştu . Şimdi bu şarap hayatına iyi gelecek miydi? Sabahın köründe henüz kargalar çöpleri karıştırırken evden çıkmış, nedensizce ordan oraya giderken fotoğraflar çekmişti. Bir aydır cebinde biriktirdiği tomarları bir türlü dergiye götürememişti. Acaba dergidekiler  yapıtlarını beğenecekmiydi . Bir evet,bir hayır, şurada ışığı yeterince iyi kullanamadın. Şu sahnede kompozisyon yo hayır ,tekrar çekmelisin yo yoo harikasın, bunlar bugüne kadar çekilmiş en güzelleri, evet evet, sesleri arasında önce panikledi, sonra ''harikayım ben''  dedi. İşini yarım yapma lüksü yoktu. Şakakları kaynadı yine.Yanaklarından süzülen muhteşemim sesleri çenesinden damlıyordu.
                Ali şişedeki suyu kana kana içerken İspanyol  ''hey birazda ben içeceğim'' dedi. Duymazdan gelemeyen Ali Şişeyi önüne doğru yere koydu.

-Tadı çok güzel damakta bıraktığı esrikliğe hayran olacaksın.
                Kirden gözükmeyen saç diplerini, kemikleşmiş tırnaklarıyla kaşıyan Redon '' ben bu şarabı çok beğendim'' diyip Alinin önünde duran şişeyi aldı,

-dostunun bugün keyfi yerinde değil pek ortalıklarda yok galiba
-Mavili Kadını gördük yine bugün
-şu deli bozuk çatlak karıyımı, ne istiyorsun ondan?
-mırıldanıyor ama gercekten ne diyor merak ediyorum
-dostun şu kanatsız ispanyolda mı anlamıyor?
-o mu,  o ? , o anlıyor, biliyor; herşeyi zamanı geldiğindekonuşacakmış Mavili. .ispanyol? yine mi sen...

                Redon içerisinde uyuduğu derme çatma kartonlardan oluşturduğu çadırını, köprünün en dibinde yeniden kuruyordu.. gecenin ayazına hazırlanıyordu. Ellerine taktığı pislik rengi eldivenlerinin sökülmüş uçlarını ağzında geveleyerek, gülüyordu. İki  yanlızdan bir dost olmazdı. Keyfi yerine gelmişti. Artık diğer kölelerden hiç bir farkı olmayan dilenmesindeki ayıplanmayı bir kenara bırakarak rahatça uyuyacaktı. Dizlerini göğüs kemiklerinin üzerine çekerek, gözlerini kapadı.
                Eve doğru yola çıkmak için ateşin sönmesini bekleyen Ali,cebinden çıkardığı kağıtları hışımla yere attı.
-Yeter!Kes traşı, kimbilir ne yaptın sen, budala!!
Yanıbaşında belden üstü çıplak duran ispanyol sayıkladı:
-Ben. .. Ben. .. Ben. ..
                Ateş sönünce oturdukları yerden ayağa kalkan Ali önünde içi boşalmış duran şişeye sert bir tekme salladı. Mavili Kadın gibi ellerini havaya kaldırdı, söyleyecek bir şeyi olmayınca şakaklarındaki teri sildi.Havanın soğukluğunu hissetmese de kah bir gözü atıyor kah omzu aniden öne fırlıyordu.Aklına gelen düşünceleri, konuşmaları susturmak için ispanyola sordu:
-sence ihanet sabırsızlıkla mı en iyi dosttur yoksa güvensizlikle mi . . ispanyol? yine mi sen ...

                Şehrin ışıklarına geri döndü.Boynundaki hareketsiz külçeyi kılıfından çıkardı.''şipşakk'', ''fotooo'' diye bağırdı. Sağa sola yönlendirdiği kamerasının denklanşörüne anlamsızca hızlı hızlı basıyordu.Tüketmek istediği hayatına inat makinesindeki film hiç bitmiyordu. Yanından geçtiği evlerin kapısında bekleyen adamlarla kadınların gülüşmelerini duydu. Kendisine mi gülüyorlardı? Kafasının içerisinde yükselen düşünceleri izliyordu.Fotoğraf makinesini tekrar boynuna astı.
- yo yo ispanyola gülüyorlardır.kimse anlamıyorki onu. .ispanyol?yine mi sen ..
                Kendisiyle yüzyüze gelmemek için gölgesinden bile korkuyordu Ali. Nihayet ışıksız bir sokak bulabilmişti. Rahat bir nefes alıp puslu binaların arasında ilerledi. İki sokak ötede olmalıydı kendi evi. ve yalnız annesi.
                Karanlık sokakta ağzına gelen küfürleri ispanyola savurmaya başladı. Bir ucu yanaklarına doğru seğiren dudaklarını ve ceketinin ceplerinde yumruklarını iyice sıktı.Engel olmaya çalışmanın bir faydası yoktu. Arkadaşlarının durumuna en çok güldüğü bir haldeydi.  Binaların pencereleri gittikçe birbirine yaklaşıyordu. Daralan sokağın ucunda yeniden Mavili Kadını gördü. Dudaklarının uçlarını gökyüzüne kaldırarak gülümsedi. Arkasından gizli gizli ilerledi. Aralarındaki mesafe gittikçe kapanıyordu. Ceketinin ceplerindeki kağıtları aradı. Onunla olan ilişkisinin somut delillerini bulamıyordu.Sıkıldı.önce kızardı sonra karardı.Şakakları kaynamaya başladı.Dev ayaklarının çıkardığı seslere engel olamıyordu.Arkasındaki iri cüssenin varlığıdan irkilen mavili kadın kireç beyazı bir apartmanın önünde durdu.Elinde tuttuğu karanlıkta bir yıldız gibi parlayan anahtarı kapıya yerleştirdi.Kavalyesiz Vals eder gibi parmak uçlarında içeri girdi.Camlarında balmumu renginde bir ışık yanan kapı tam kapanmak üzereyken Ali, eşiğe doğru son anda ayağını uzattı.Bedenini güçlükle sığdırdığı kapıdan içeri sokuldu.Düzensiz nefeslerinde homurdanıyordu.Mavili Kadını görememişti.şipşakkk fotooo sesiyle giriş koridorunu seslendirdi.Şipşak Foto. .Ortalıklarda kimseler gözükmüyordu. Kelimenin tam anlamıyla yalnızdı.
Kafasını çevirdiğinde aynadan kendine bakmakta olduğunu gördü. Dehşetle izliyordu. Beyaz yüzüne dokundu .Önündeydi. Küçük gözlerine baktı.  Bu karaltılar gerçekten ona mı aitti cidden emin olamıyordu. Kafasını biraz yukarı kaldırıp gölgesini aradı. Görünmüyordu. Gölgesini dövdükten sonraki gibi rahatladı. Boynundaki fotoğraf makinesini çıkararak yere koydu. Camın tam orta yerinde kocaman bir çatlak vardı. Dünyada gördüğü en muhteşem manzara karşısında hayretle kaldı. Parmağının ucuyla  aynanın üstündeki kesiklere hafifçe dokundu. İçindeki ürpertinin yerini  bir sıcaklık aldı. Bir nedeni yoktu korkmak için. İliklerinden süzülen ılık bir ıhlamur kaynağının kokusunu duydu. İspanyol, karşısında uzaklaşırken, el sallıyordu.

... ..
                                                                                                                                                                     07.10.2011

Ayrışmalar

Ayrışmalar (1)

                İnsanlar ikiye ayrılırlar demek istemiyorum.Kitap okuyanlar ve okumayanlar şeklinde çünkü hayatı boyunca her insan bir iki kitap okur, tabii şansı yaver gidipte okumasını öğrenebilmişse. Gerçekten okuyanlar ve diğerleri olarak kaba bir ayrım yapsak daha iyi olacak. Kabaca ayrıştırmaları severim,insanı üzerinde çok detaylı düşünmek zorunda bırakmazlar. Her gün doktorların başka başka açıklamalarını bir yerlerden duyupta saçma sapan otların,hapların,diyetlerin  peşinde koşan insanları hiç sevmem ama. Dedikodunun işlevi içinde resmiyet kazandığı tek nokta insanın hayatı üzerine yapılan günü geçmiş güncellemeler gibi. Gülünç geliyorlar bana.  Doktorlarda. İçinizde bir organınız üşütmeye görsün, ceplerine daha fazla para koymak için kanser ederler sizi, Bugün git her gün gel dünyası. Kabaca doktorlara da güvenmiyorum dedikodulara güvenilmemesi gerektiği gibi.
                Bu hayattan güven çekip gitmiştir çünkü. Azrail ölmeden önce bu dünyada en son güveni öldürmüştür. Buda aşkın kardeşi nefretin insanlar arasında daha çok dolaşmasına sebeb olmuştur.Bir gün aç susuz kalırım korkusundan insanlar önce aşkı sonrada birbirlerini öldürmeye başladılar. Ama Aşk bu hiç ölürmü, güvenin elinden tutarak beklemeye başladılar insanları, umutla.  Benim de elele tutuştuğum bir hayalim var sevgiyi saygıyı heyecanı  güvenide yaşıyoruz. Adına Aşk diyoruz kısaca. Bir gün insanların bizi anlayacağını uma uma. Bu sabah beş gibi yanına uzandım. Arkasını dönüktü. Omzundan tutup kendime doğru çevirmek istedim. O bana dönmek istemedi. Yatağın en ucunda yatıyordu. Dokunsam sanki aşağı düşecek kadar yakın. Burnumu boynuna dayadım. Vanilya kokularının doğduğu kaynağa. Sonra inceden bir rüzgar gibi esen tiz bir koku aldım. Vanilya ile yenebilecek bu dünyadaki en son şey. Sindirilmiş soğan. Biliyorum şimdi bunu okuyunca benimde midem kalktı. Ama insan aşkın kokusunu almışsa bir kez hiç bir şeyden midesi bulanmaz. Bana doğru niye dönmek istemediğini anlamıştım. Aklıma babamın söylediği biz söz geldi. Oğlum bak evlilikte ağız kokusu çok önemlidir hatta bugün boşanmaların 3te1i bu yüzdendir sen fırçalıyor musun dişlerini özellikle yatağa girmeden önce dedi.  Babalar böyledir işte, Bazen size otuzbeş yaşında  bile olsanız bir çocukmuşsunuz gibi anlattıklarını dinlettirir. Bilirsiniz içinizden çocuk olmadığını ama karşı çıkmazsınız. Babam bunları söylediğinde sadece ben değil agız kokusu yüzünden boşanmışlarda dinleseydi diye içimden geçirmiştim. Şimdi hayatınızın anlamlardan birini olan baba karakterini  çıkarıyorum bu yazıdan. Evet yataktayım. aklıma gelen düşüncelerden sonra önce biraz güldüm, sonra başladım şakır şakır ağlamaya. Seviyorum ben onun soğan kokulu ağzını da, kaçmasın istedim benden. Daha bir güçlü omzuna tutunup kendime doğru çevirdim. Kolunu başının üzerine doğru getirdiğinde, kolunun altına yerleştirdiğim başımdaki burnumu boynuna doğru uzattım. Bir delikten içeri vanilya diğerinde sogan, Hayatın anlamı işte bu aşka karışmaktır diyerek gözlerimi kapadım. Bir kaç gündür rüya görmüyordum. Ve sonra hayatımda ilk defa bir rüyayı ikinci kez gördüm. Şimdi tekrardan düşündüğümde aklıma geldi manası. Devasa kara bir trene elimdeki silahla ateş ediyordum.
                Hareket etmiyordu bu tren. Uzaklaşmıyordu benden. Herhangi bir kin veya nefret yoktu içimde. Şimdi anlıyorum, Kara Tren öfke duyduğum herşeydi. Ve ben ne kadar öfke duysam şeytan o kadar kalemimin içine girip bana aşkı yazdıracaktı. Aşkın ne olduğunu anlamayan insanlara çemkirtecekti. Düşlerimin yerini kablolardan geçen ısmarlama teknoloji ile alan zoraki rüyalardan korkuyorum.

07.10.2011-Altunizade Ofis.