27 Ağustos 2010 Cuma

Aristo ve Platon Hakkında

Aristo ve Platon, insanoğlu için değerli bir yaşamın sadece bir cemiyet içerisinde mümkün olacağına inanır. Cemiyetle, her ikisi de Yunan şehir devletini kastetmektedir. Ancak idealist rasyonalist Platon ile eleştirel, sağduyulu filozof Aristo arasındaki genel karşıtlık iki filozofun toplum görüşlerinde de açığa çıkmaktadır. Platon var olan koşulları aklın talepleri doğrultusunda eleştirir ve siyaseti, bir vazife gibi görür: Var olan koşulları ideal olana yaklaştırma görevi. Halbuki Aristo mevcut devlet formlarıyla yola çıkar ve O'nun için akıl, gerçekten var olanı değerlendirmek ve tasnif etmek için bir araçtır. Demek ki Platon mevcut düzenin ötesinde, mahiyeti itibariyle yeni olanı ararken, Aristo mevcut olanlardan en iyisini bulmaya çalışmaktadır. Zamanının şehir devletlerindeki siyasal koşullara uygunluğu göz önünde bulundurulduğunda, bu noktada Aristo'nun söyledikleri daha gerçekçidir.
                       
Buradaki Platon ve Aristo tanımlaması elbette bir basite indirgemedir. Fakat bu tespit bile, her ikisinin salt siyasal ve felsefî teorilerindeki kesin farklılıkları gün yüzüne çıkarmaya yardımcı olacak mahiyettedir. Lakin aralarındaki farklılıklara dikkat çekerken çok fazla ortak noktada buluştukları gerçeği gölgelenmemelidir. Platon'dan Aristo'ya uzanan gelişmedeki bağlantı, Aristo'nun Platon'a karşı çıkmış olması gerçeğiyle ilişkilidir; yani Aristo, sadece yeni bir bakış açısı sunmakla kalmaz, Platona karşı argümanlar da sıralar. Kimin daha iyi bir düşünür olduğu karşılaştırması yapmadan şunu söyleyebiliriz ki, Aristo bir tür Platon'un rasyonel devamını temsil etmektedir. Örnek verirsek, Aristo, tıpkı Platon'un yaptığı gibi, Platonik idealar teorisini eleştirir

TÖZ ve NİTELİKLERİ
Platon, geçerli ders kitaplarındaki açıklamalarda yazdığı üzere, ideaların gerçekte var olan şey olduğunu söylerken Aristo, bağımsız bir biçimde var ola­nın belirli şeyler, yani Aristo terminolojisini kullanırsak, "tözler" olduğunu id­dia eder. Eyfel Kulesi, komşunun atı ve bu kalem belirli şeylere ya da Aristovari anlamda tözlere dair örneklerdir: Bağımsız biçimde var olurlar. Eyfel Kulesi­nin yüksekliği, komşunun atının altın sarısı rengi, kalemin altıgen kesiti ise ku­leden, kalemden, attan bağımsız mevcut olamayan niteliklerdir. Tözlerin nitelikleri vardır, niteliklerse tözlerin nitelikleri olarak vardırlar; fakat, bunun ötesinde, niteliklerin herhangi bir bağımsız mevcudiyetleri yoktur. Çeşitli sarı renkli nesnelere bakarak "sarı" niteliği hakkında konuşabilir ve diğer nesnelerden ve niteliklerden benzer biçimde söz edebiliriz. Ancak, Aristo'ya göre, bu "sarıyı" bağımsız olarak var olan bir ideaya dönüştürmez. Sarı niteliği, sadece sarı şeylerdedir ve sarı şeylerde olduğu için var olacaktır. Benzer biçimde, Kara Güzel, Düldül, Delifişek ve diğer atlara baktığımız vakit onlardan at olarak söz edebiliriz. Şu halde, belirli atların her birinin bireysel ve tesadüfi nitelikle­rini göz ardı ediyor ve at olarak tümünün ortak niteliğine odaklanıyoruz. Atla­rın ne ince-toparlak, ne iyi huylu-inatçı olması, ne de kahverengi-san olması bu nedenle aslî olmamaktadır. Bir atın özünün ne olduğunu düşündüğümüzde bu nitelikler öze ait olmamaktadır. Ancak, bunların dışında diğer nitelikler de vardır ki bunlar olmadan bir at, at olarak kalamaz. Örnek olarak, memeli olmak ve toynaklara sahip olmak. Öyleyse böyle niteliklere öze ait nitelikler denilebilir: Bu türler tözü neyin nitelediğini ifade ederler. Öze ait olan ve olmayan nitelik­ler arasındaki bu ayrımdan yola çıkarak bir cins mefhumu formüle edebiliriz; bir atın öze ait niteliklerini taşıyan at cinsi örneğimizdeki gibi.
 Şu halde Aristo, tözlerin gerçekten var olan şeyler olduğunu, ancak bu bah­settiğimiz niteliklerin ve cinslerin, tözlerin (belirli şeylerin) içinde veyahut bun­larla birlikte var olduğu müddetçe, görece bir varlığa sahip olduğunu iddia et­mektedir:

kahverengi kapı = belirli şey (töz) = bağımsız varlık
--------------------------------------------------------------
kahverengi nitelik ve cinsler görece varlık
Böylelikle Aristo, ideaları eşyanın seviyesine indirir: Nitelikler ve cinsler vardır; ancak sadece belirli şeylerde.3
          Kısaca, Platon ve Aristo arasındaki ilişkiyi burada şöyle açıklayabiliriz: Her ikisi de kavramsal kelimelerin (niteliklerin adları; örneklendirirsek kırmızı, dairesel; ve türlerin adları; örneklendirirsek;at;,;insan vb.) var olan bir şeyle ilgili olduğuna inanır. Ancak Platon, bu bir şeylerin; sezilebilir olguların ar­dında var olan idealar olduğuna inanır: Haklı olarak, bu bir sandalyedir ve rengi de mavidir deriz, fakat bunu görmek için sandalye ve mavi ideasına evvelden sahip olmak zorundayız. Demek ki, mavi sandalye örneğimizde olduğu gibi, ide­alar, olguların ne olduğunu görmemizi mümkün kılar. Aristo bu ;bir şeylerin; sezilebilir olgular içinde var olan formlar olduğuna inanır. Ancak bu çok fazla lafzi olarak anlaşılmamalıdır. Aristo'ya göre, aklın yardımıyla evrenseli ya da formları kavrayabiliriz. Neyin Kara Güzel'e özgü olduğunu göz ardı ederek evrensel at formunu tahayyül edebilirim. Kara Güzel'i görebilirim, fakat gerçekten Kara Güzel'in içinde; bulunan at formu sadece sezilebilir ve belirli olandan so­yutlama yoluyla açık biçimde bilinebilir.</p>
                        Platon'a göre duyusal deneyim, kusursuz bir bilgi biçimi değildir. Hakiki bilgi idealara olan vukûfiyettir ve idealara olan bu vukûfiyet, idealar dünyasına sezilebilir dünyanın ardından; bakmayı gerektirir. Aristo'ya göreyse duyusal deneyim, ampirik olan, daha olumlu bir konumdadır. Aristo'ya göre nihai olarak sadece belirli şeyler (tözler) vardır. Fakat aklın yardımıyla bu şeyler içindeki evrensel formları seçebiliriz. Soyutlama yapmak suretiyle eşyadaki evrensel formları tanıyabiliriz. Başka bir deyişle, duyusal deneyim ve akıl, Aristo'da Platon'a nazaran daha eşit bir hal alır. Aristoculuk ve Platonculuk arasındaki bu karşıtlığa 'evrenseller' konusundaki anlaşmazlıkla bağlantılı olarak geri döneceğiz



Platon ve Aristo, düşünce tarihi incelendiğinde tüm zamanların kendinden sonraki dönemleri en çok etkileyen iki ismi olarak kabul görmüştür. Sokrates’in öğrencisi ve Aristo’nun hocası olan Platon’un etkisinin, 8. yüzyıla kadar olan dönemde Hıristiyan Tanrıbilimi üzerinde Aristo’ya kıyasla daha fazla hissedildiği görüşü vardır. Öyle ki bu büyüklüğü bazı düşünce adamları; “Platon, yalnız Sokrates öğrencilerinin değil, belki Yunan filozoflarının en büyüğüdür. Büyük bir düşünür ve parlak bir yazar olan Platon sayesinde Yunan felsefesi gerek şekil gerekse öz bakımından en yüksek düzeyine ulaşmıştır.” ; şeklinde ifade etmişlerdir. Ayrıca Nietzche; Hıristiyanlığın, Platonismin genişletilmişi olduğunu iddia ederek bu etkinin gücünü ve büyüklüğünü vurgulamıştır.
         Platon’un farklı zamanlarda farklı veya aynı soruları sorması, bu sorulara çeşitli zamanlarda, önce verdiği cevaplardan farklı olarak cevap vermesi ve hemen her konuyu yeniden sorgulaması, onu incelerken gelişim dönemlerini kesin bir sınırla ayırmaya olanak tanımamaktadır. Hocası Sokrates den aldığı duraksız sorgulama yöntemleri ile kendi düşüncelerini sürekli sorgulayan Platon’un anlaşılması bu dönemlerin ilişkileriyle anlatılmasıyla mümkün olabilecektir.
         Yunan felsefesi Platon’a kadar gelişen ve ulaşan döneme kadar iki dönem geçirmişti. Birinci dönemde doğa(kosmos), ikinci dönemde ise, insan(anthropos) sorunu ele alınmıştır. Bu dönemlerden sonra Yunan felsefesinin üçüncü döneminde ise; ilk iki dönemde doğa ve insan konularında elde edilen bilgilerin bir sentez içersinde birleştirilmesi, kaynaştırılması denenmiştir. Temsilcilerini sofistler ile Sokrates’te bulan anthropolojik dönemde bilgi, tek yanlı olarak, yalnız pratik hayat için değerlendirilmek istenmiştir. Onun için ilk-kosmolojik-dönemde üzerinde durulan, araştırılan evren ile ilgili metafizik sorunlar hemen hemen büsbütün bir yana bırakılmıştır. Yunan felsefesinin üçüncü döneminde ise bu metafizik problemlere yeni bir güçle dönülmüş, bu yeni gelişimin taşıyıcıları da Platon ve Aristoteles olmuştur.
         Platon ve Aristoteles kendilerinden önceki dönemlerden sistematik olmalarıyla ayrılırlar. Platon hayatı boyunca sistematik olmayı reddetmiş fakat kendi bütünlüğü içinde bir bilim sistemi yaratması, sorunlarının çok yanlı oluşu, sorunları bir birlik içinde, yani bir sistem içinde işlemesinden dolayı Yunan felsefesinin “sistematik dönem”i içersinde yer almasının anlamlı olabileceği düşünülmektedir.
         Platon 427 yılında Atina da Aigina da(Pire Körfezi’nde bir ada) doğmuştur. Ailesi Atina’nın en eski soylu ailelerindendir. Babası yönünden Kral Kodros, annesi yönünden ünlü yasa koyucu Solon ile ilintisi vardır. Ayrıca kendisi yaşarken de ailesinin Atina da büyük siyasi nüfuzu vardır. Devrin ileri gelenlerinden ve otuzlar yönetiminde yer alan Kritias ile Kharmides’in akrabası olan annesinin, Platon’un ardından Adeimantos ve Glaukon adını verdikleri iki oğlu daha olur. Platon soyu ve çevresi bakımından tam bir aristokrattır. Bir söylentiye göre asıl adı, büyükbabasınınki gibi, Aristoklestir; geniş göğüslü olduğu için cimnastik öğretmeni ona Platon adını takmıştır. Platon’un asıl adı olan Aristokles, günümüzde sıkça kullanılan “aristokrat” ve “aristokrasi” kelimelerinin kökenini oluşturmuştur. Ayrıca “platonik” kelimesi de, çağlar boyunca, “maddesel olmayan, sadece düşünsel boyutta var olan” anlamında kullanılmıştır. Platon iyi bir eğitimle yetişmiş, çeşitli öğretmenlerden cimnastik ve müzik dersleri almıştır. İlgi alanları içersinde önemli bir yer tuttuğu anlaşılan felsefeye de Herakleitosçu Kratysas dan dersler alarak başlamıştır. Gençliği Atina’nın kültürce çok parlak bir dönemine rastladığı için bu gelişmişliğin ve zenginliğin onun üzerinde büyük bir etkisi olmuştur. Perikles’in ardından gelen bu dönemdeki Atina’nın sanat ve edebiyat bakımından yüksek düzeyine Platon çok şey borçludur. Platon un zengin sanatçı tarzı böyle bir atmosferde oluşmuştur. Bir sanatçı ve edebiyatçı olarak yetiştirilmiş olmasından büyük ölçüde istifade etmiş, kurguladığı düşünsel ürünleri, çok ustaca hatta şiirsel bir anlatımla süsleyerek, asırlar boyu insanları etkilemeyi başarmıştır. Fakat bu özellikleri bulunan Platon, çeşitli türlerde eserler yazmış, yazdıklarını beğenmemiş ve Sokrates’in üzerinde yaptığı derin etki sebebiyle bunları yakmıştır.
         Atina, Isparta ile birlikte 490 ve 480 yıllarındaki Pers saldırılarının püskürtülmesine önderlik eder ve yunan kentlerinin olası Pers saldırılarına karşı kurdukları delos deniz birliğinde en önemli güç haline gelir. Ancak savaşın ardından giderek aşırılığa varan yayılmacı politikası, Atina’yı Isparta ile çatışmaya sokar. Atina’nın kendi içinde gevşek ve yayılmacı anlayışının aksine Isparta bunu tam karşıtı olarak oligarşik, tutucu, gücünü baskı altında tuttuğu köle sınıfından alan, sanat alanında yeniliklere katlanmayan,askerlik ve yiğitlik erdemlerinin yücelttiği bir anlayıştadır. Her kentin bir diğerinin rakibi olarak görüldüğü bu ortamda, M.Ö. 441 yılında Atina ile Isparta ve kandaşları arasında Peloponesos  savaşı başlar. Derin yıkımların ardından Atina 404 yılında tam bir bozguna uğramıştır. Platon’un 409 yılında(18 yaşında) askerliğini yaptığı söylenmektedir.
         Isparta ve Atina arasındaki bu devlet yapısı farklılıkları ile paralel olarak eğitim yapıları da farklıydı. Isparta’da savaşa eleman yetiştiren bir eğitim sistemi vardı. Bireyin değil, toplumun refahı esastı. Refah ölçüsü ise savaş yönünden üstünlüktü. Muharip yetiştirme esastı. Birey devlete katkıda bulunduğu ölçüde önem kazanmaktaydı. Atina eğitimi ile Isparta eğitiminin ortak bir amacı vardı fakat bu amacın hedeflediği ürün farklıydı. Eğitimin genel amacı “iyi vatandaş” yetiştirmekti. Atina Isparta’nın askeri insan yetiştirme amacından farklı olarak demokrasi için eğitme amacını güdüyordu. Okullarda disiplin sert, dayak geneldi. Öğretim bireyseldi. Farklı konular için farklı okullara gidilirdi. Genç, on sekiz yaşına gelince yemin ederek  vatandaş kütüğüne geçerdi. Bu yeminin sosyal ve moral yönü vardı. Doğaldır ki eğitim sistemleri farklı olan iki toplumun devlet yapıları da farklıydı.
         Platonun gençliğindeki derin etkiler yaratan Peloponesos Savaşı, yüksek bir idealin çöküşünü, acıyı, umutsuzluğu beraberinde getirir. Savaş sırasında Atina’daki demokratların (tüccar sınıfının) politikaları, eylemleri ona fazlasıyla malzeme sağlar. Tüm Atinalılar gibi o da bu bozgunun nedenini Atina’nın gevşekliği ve beceriksizliğine, Isparta’nın disiplinine, iyi düzenine bağlar. Çeşitli kanlı olaylardan sonra 403 yılında Atina da demokrasi yeniden kurulur ancak bundan 4 yıl sonra gerçekleşen bir olay Platon’un demokrasiye olan nefretini haklı çıkarır. Sokrates ölüme mahkum edilir. Bu ölümün Platon için bir dönüm noktası olduğu önemli bir  gerçektir.
         O dönemdeki Atina demokrasisinin akla uygun tarafları pek de yoktu. Sokrates akıllıların başa gelmesi sistemini öneriyordu. Sokrates aklının dikine gidiyor ve çok düşman kazanıyordu. Dört yüz bin Atinalıdan iki yüz elli bini siyasal hakkı olmayan kölelerdi. Büyük meclise girenler, bilgisiyle ve değeriyle değil de sadece halk çocuğu oldukları için meclise giriyorlardı. Sokrates herkesin başa geçme hakkını savunuyor ve başa geçenin en değerli yurttaş olmasını istiyordu. Bunu istemekle de devleti çoğunluğun değil, seçkin bir azınlığın yönetmesini istemiş oluyordu ki, bu da bir yandan halk çocuğunun bilgisizliğini yüzüne vurmak öte yandan kendilerini en değerli azınlık sayan aristokratların ve zenginlerin halk düşmanlığını haklı çıkarıyordu. Demokrat Atina’nın bütün korkusu da, onların kuvvetlenip devleti elde etmeleriydi. Sparta’nın desteklediği demokrasi düşmanları Kritias’ın önderliğinde başkaldırmaya hazırlanıyorlardı. Kritias (Platonun amcası) başkaldırma başarısız olup, öldürülünce demokratlar bu baş kaldırmanın arkasında Sokrates’in olduğunu düşündüler. “Sokrates de çok oluyor artık, ne tanrılara saygısı var, ne atalara, ne devlete! Herkesi, her şeyi eleştirmeye, akla vurup çürütmeye kalkıyor; gençlerde hiçbir şeye inanç bırakmıyor” diyerek onu suçladılar.
         Sokrates, baş kaldırmaya katıldığı ve başkalarını baş kaldırmaya zorladığı için değil, serbest düşündüğü, eski düzenin temellerini sarstığı için ölüme mahkum edildi. Sokrates’in ölümü bu anlamda, vaktinden önce öten horozun ölümü olarak yorumlanmaktadır.
         Sokrates ölüm sehpasındayken dahi büyük bir korkusuzluk göstermiş, gururunu kaybetmemişdir. Ölümünü büyük bir onurla ve soğukkanlılıkla beklemişdir. Platona bıu denli ilham verenin ve onu Sokratese bağlı kılanın da hocasının yiğitliği olduğu düşünülebilir.
         Platon hocası Sokratesin öldürülüşünden sonra bir süre Mısıra daha sonra da Pisagorculuğun yoğüun bir şeilde yaşandığı Güney İtalyaya gitmiştir. Buralarda Sokrates öğretisinde ki ruhun ölmezliğiyle ilgili fikirlerin Orpheuscu kökenlerini, inceleme ve kendine uyarlama fırsatı bulmuştur. Bu yolculuk, bir yandan ondaki matematik ilgisini güçlendirmiş, öbür yandan da ona dini-mistik görüşler edindirmiştir. Pythagorasçılardan edindiği bu etkiler, onıun felsefesinin sokratesçi öğe yanında ikinici büyük öğesi olarak kabul edilir. Güney İtalya’dan Sicilya’ya geçen Platon, Syrakusa’dan kralın akrabası Dion ile tanışır. Platon’un hayranı olan Dion siyası bir reformu planlaştırması için, onu iki defa Sicilya’ya çağırtır. Fakat bu yolculuklardan hiçbir şey çıkkmaz ve Platon oradan kendiniş hüç bela kurtarır.
         Dönüş yolunda Atina ile savaşta olan Aigina kentinde tutuklanmış ve fazla konuştuğu için kuısa bir kölelik dönemi geçirmiştir. Onu tanıyan Kyreneli bir filozof tarafından satın alınmış ve hürriyetine kavuşturulmuştur. Daha sonra Platon kendisinin kurtarılması için verilen bu parayı geri ödemeye çalışmış fakat geri istenmediğinden dolayı bu para ile Atina da dünyanın ilk yerleşik üniversitesi olan ünlü okul Akademia’yı kurmuştur. Tüm bu Sicalya deneyimleriyele Platonun toplumu dönüştürme düşüncelerine pek de kolay olmadığını öğrenmesini sağlamış ve toplum görüşü daha gerçekci ayakları yere basan bir hale dönüşmüştür.
         Platon eserleri ile de ayrı bir çığır açmıştır. Ününü hemen hepsi günümüze ulaşmış olan diyalog şeklindeki eserlerine borçludur. Eserleri karakteristik özellikleri ve yazılış tarihlerine bakılarak 4 evre de incelenbilir.
         Gençlik Diyalogları:

Apologia, Kriton, Protagoras, Ion, Lakhes, Politeia I, Lysis, Kharmides, Euthyphron

         Geçit Diyalogları:

Gorgias, Menon, Euthydemos, Küçük Hippias, Kratylos, Büyük Hippias, Menexenos

         Olgunluk Diyalogları:

Symposion, Phaidon, Politeia II-X, Phaidros

         Yaşlılık Diyalogları:
Theaitetos, Parmenides, Sophistes, Politikos, Philebos, Timaios, Kritias, Nomoi 
         Gençlik dönemine ait birinci evre eserleri,soru-cevap şeklindeki diyaloglar halindedir. Sokrates’in çok yoğun etkisi altında ve onun ağzından kaleme alınmışlardır. Bunlara sokratik diyaloglar da denir. Bu eserlerde sürekli çağdaşı olan filozofların fikirlerindeki yanlış ve eksikler konu edilir. Bu dönemde ayrıca ve özellikle bilgi ve erdem sorunları incelenir. Erdemin özü ve kavramı, erdemin birliği ve çokluğu, erdemin bilgi ve öğretebilme ile olan ilgisi, Sokrates atkisi altında düşündüğü ve yazdığı dönemin temel sorunlarıdır. (zamanla sokrates’in düşüncelerini aşarak kendi düşüncesini oluşturmasına rağmen platon, tüm yaşamı boyunca yazdığı eserlerinden hiçbirinde kendi adını kullanmamış, yazdıklarını çoğunlukla sokrates’in ağzından ifade etmiştir.) hocasına sevgi ve saygıyla bağlılığı eserlerinde açıkça görülür. Bu diyalogların amacı; ahlakın başlıca sorunlarını, kavramsal bilgiler olarak oluşturmaktır. Burada kavram belirlemeleri, tanımlar için, Sokrates de olduğu gibi, tümevarım yöntemi kullanılır. Yine sokrates’de olduğu gibi, ortalıkta dolaşan doğrulukları, yanlışlıkları, eleştirilmemiş görüşleri çürütmek(elenkhos) esastır. Sokratik diyaloglarda genellikle bir sonuca varılmaz. Bir çıkmazla(aporia) karşılaşılır bu diyalogların sonunda.
         Gençlik dönemi diyaloglarında;
         Apologia(sokrates’in savunması): sokrates’in meşhur sözüyle; kendi bilgisizliğini bilincinde olmak, neyi bilmediğini bilmek temel sorun olarak alınır.
         Kriton: sokrates’in mevcut yasalara neden karşı çıkmadığı anlatılır.
         Protogoras: erdemin bütünü, öğretilip öğretilemeyeceği, erdemin birliği sorunu işlenir.
Lakhes: cesaret
Politeia I: adalet
Lysis: dostluk
Kharmides: ölçülülük (sophrosyne)
Euthypron: dinlilik, batıl inancın eleştirisi, kutsal olanın ne olduğu sorunu
        
Platon’un kendi felsefi yapısını oluşturması, sokrates’den sıyrılması yavaş ve kademeli bir şekilde gerçekleşmiştir. Platon Sokrates öncesi “doğa filozofları” gibi, mutlak ve değişmez olan ile değişen arasındaki ilişkilerle ilgilenmiştir. İlk filozoflar, doğada mutlak ve değişmez olanı aramışlar, platon ise hem doğada, hem ahlak ve toplum yaşamında mutlak ve değişmez olanın peşinden koşmuştur.
         Platon’un, geçiş döneminde özellikle sofist öğreti ile hareket noktasının belirlendiği söylenebilir. Platon’u Sokrates öğretisini aşmaya götüren neden de, sofistlerin dünya görüşü ile esaslı bir biçimde tartışmak isteği olmuştur. Thales’den demokritos’a kadar tüm doğa filozoflarının felsefeye materyalist yaklaşımlarından sonra, insanı odağa alan ilk öğretiler, sofistler tarafından ortaya atılmış ve bu görüşler platon’un ahlakçı ve toplumsal analizleri için uygun bir temel oluşturmuştur.
         Platon, sofistlerin hazza dayanan görüşlerini detaylı bir tartışmaya açmıştır. Burada Sokrates öğretisini aşmaya yönelse de sofistlerin karşısına, yine hocasının “iyi” kavramı ile çıkar;
         “ İyi, doğru bir yaşamın kesin ölçütü ve amacıdır.”
         “ İyi ” ye dayanan, bilgi yoluyla iyi’ yi gerçekleştirmiş olan doğru bir yaşayışa platon’un böylesine kesin olarak bağlanması onu yeni bir sorun karşısında bırakmıştır ve bu yeni sorun onun idea öğretisini oluşturmasına kaynaklık etmiştir. Sokrates’ in anladığı dibi bir yaşamı felsefeye dayatmak ya da erdemle bilgiyi bir tutmak, “ doğru “ nun araştırabilmesini, böyle bir olanağın bulunmasını gerektirir sonucuna varmıştır başlangıçta. Platon, bunun üzerine, sofistlerin; “ bunlar aradığımız şey ya da bilinen şeydir ki bunu aramaya gerek yok ya da bilinmeyen bir şeydir, o zamanda bulunan şeyin aranan şey olduğunu nereden bilelim ? sorusuna, menon diyalogunda, orphik-pythagorasçı görüşten edindiği ruhun ölümsüzlüğü düşüncesiyle çözüm bulmuştur.
         Bilginin temeli problemi üzerine de platon; “ ölümsüz bir ruh taşıyan insanoğlu için öğrenmek eskiden bilinen bir şeyi hatırlamaktan (anamnesis) başka bir şey değildir “ düşüncesini ortaya atmış ve sokrates’ in ağzından şunları söylemiştir:
         “ ben bir ebeyim, şu farkla ki, kadınları değil, erkekleri doğurtuyorum. Benimle konuşmaya başlayan, önce bilmezmiş gibi görünür. Ama konuşma ilerledikçe açılır ve anımsamaya başlar. Bununla beraber benden bir şey öğrenmediği bellidir. En güzel bilgileri, sadece kendi içersinde bulur ve ortaya koyar. “
         bu dönemin eseleri:
menon: erdem bir mi, yoksa çok mu ? erdem bir bilgi mi?
Küçük hippias: kötülüğün isteyerek yapılıp yapılmaması durumunda erdem sorun.
Büyük hippias: güzel araştırılırken kalıcı ve değişmez bir şey üzerinde durulur. (ideaların  ilk izleri)
         Platon olgunluk döneminde ise “ ruhun ölmezliği “ kavramının mitostan sıyrılıp daha sağlam temellere oturması gerektiği ihtiyacını duyar. Ruhun ölümsüzlüğünün yanında ruhun idealar dünyasından geldiğinin ve kökünün orada olduğunun belirlenmesi bu dönemde gerekli hale gelmiştir. Doğru sanı (doğru algılama) ile bilgi, iki ayrı dünya yaratmıştır. Bir yanda meydana gelen ve yok olan, doğru sanının, rölatif gerçekliklerin dünyası diğer yanda, sağlam ve sürekli, asıl gerçekliğin, ideaların dünyası.
         Platon un bilgi kuramının bu anlamda çıkış noktası protogoras’çıdır. Bir şeyi bilen kişi, onu algılayan kişidir. Bu yüzden “ insan her şeyin ölçüsüdür ”
“ Algı, daima var olan bir şeydir. Bilgi olduğu için de şaşmaz. “ demiştir protogoras. Platon bu görüşe, herakleitos’un “ var dediğimiz her şey, gerçekte oluş sürecinde olan bir nesnedir. “ şeklinde ifade edilen akış kuramını katmıştır.

a)    bilgi bir algıdır; (hatta aslında bilgi, bir algılama yargısıdır.)
b)    insan her şeyin ölçüsüdür.
c)    Her şey akış halindedir;
biçiminde kuramın özetlenmesi olanaklıdır.
Olgunluk dönemi diyalogları:
Symposion(şölen): güzel ideası tanımlanır. Cisimden bağımsızdır, aşkındır, kendine yeter, yalındır, ezeli ve ebedidir, değişmez.
Phaidon: idealar, nesnelerin nedenidir. İyi ideası.
Politea       II-X(Devlet): iyi, açık bir biçimde öteki ideaların üstündedir. İki dünya vardır. Duyulan(görülen) dünya, anlaşılan(kavranan) dünya.
         Yaşlılık döneminde platon, önceleri ele aldığı bir çok konuyu tekrar gündeme getirerek, bir kez daha incelemiştir. İlgisi daha çok ahlaki sorunlar ile insanoğlunun mutluluğuna yöneliktir. Yetkin insan yerine, yetkin toplumu tarif etme çabası içersindedir. Yetkin topluma ve dolayısıyla toplumsal mutluluğa erimenin yolu, ideal devlet düzeni içersinde yaşamaktır.
         Devlet görüşü:
         Platon, “ politika sanatı ve ideal devlet düzeninin gerektirdiği çözümleri sadece felsefe üretebilir. “ düşüncesindedir fakat platon’un yaşam deneyimi, sadece bilge ve erdemli kişilerden kurulu bir akıllı insanlar toplumuna ulaşmanın imkansızlığını göstermektedir ki platon bunu benimsemiştir. Bu görüşünü de, “ yığınlar hiçbir zaman filozof olmayacaktır. “ sözüyle dile getirmiştir. Platon’a göre “ başa filozoflar geçmez, ya da baştakiler felsefe yapmazlarsa, insanlığın acıları asla sona ermeyecektir.
         Platon devleti oluşturan bireyleri, işlevleri açısından üç sınıfa ayırmıştır: zenginliği sevenler, şerefi sevenler ve bilgiyi sevenler. Devleti oluşturan bireylere platon bir açıdan daha bakmıştır: halk, askerler, koruyucular. (siyasette söz sahibi olanlar koruyuculardır). Toplumu meydana getiren fertlerin tamamı, bu üç özellikten birini, diğerlerinden daha fazla arzu edecekler ve isteklerine, ideal devlet düzeni içerisinde ulaşacaklardır.
İdeal devlet kavramı içersinde, genç nesillerin eğitimi için şiir ve müziğe verilen önem, “ güzel sevgisi “ni öne çıkartan bir anlayıştır. Platon, idealara estetik yolu ile erişme yöntemi(estetik yolu ile anımsama) yönteminden zamanla vazgeçmiş, daha nesnel sayılabilecek bir yönteme, matematiğe yönelmiştir. Matematiği kullanarak idealara ulaşılabileceğini düşünen platon için bu çabanın, bir bakıma ruhun idealar dünyası özlemi ile bu gayeye yönelik bitmez tükenmez bir gayret anlamını taşıdığı da görülmektedir.
        
kaynak:world-wide-web







25 Ağustos 2010 Çarşamba

Platon



M.Ö. 427-347 yılları arasında yaşamış olan ve düşünce tarihinin tanıdığı ilk ve en büyük sistemin kurucusu olan ünlü Yunan filozofudur.
Temeller: Sisteminde Sofistlerin Yunan toplumu üzerindeki olumsuz etkileriyle savaşmaya çalismis olan Platon işe öncelikle bilgi konusuyla başlamış ve mutlak ve kesin bir bilginin var olduğu konusunda tümüyle dogmatist bir tavır sergilemiştir.
Ona göre değişen hiçbir şekilde bilinemeyeceği için insan zihninden bağımsız olan değişmez bir varlık olmalıdır.
Mutlak ve kesin bir bilgiye erişmek ve bu bilgiyi başkalarına aktarmak durumundaysak eğer Platon'a göre dünyada sabit kalıcı ve değişmez olan birtakım varlıklar olmalıdır.
O bu değişmez sabit ve kalıcı varlıklara İdealar adını verir. Öyleyse Platon'a göre bilgi tikel olanın ve değişenin beş duyu yoluyla kazanılmış empirik bilgisi değil de değişmez ve tümel olanın akıl yoluyla kazanılan ezeli-ebedi bilgisidir.
Platon 'Gerçekliğin ne olduğu' 'Neyin gerçekten var olduğu' şeklindeki temel metafiziksel soruya gerçekliğin madde ya da dış dünyada değil de dış dünyadaki şeylerin İdealarında olduğu yanıtını vermiştir.
Demek ki bireysel nesnelerden oluşan ve bizim duyularımızla algıladığımız duyusal dünyayı incelediğimizde onda mutlak kalıcı durağan ve tutarlı hiçbir yön bulunmadığını ondaki herşeyin değişken ve göreli olduğunu görüyoruz.
 Platon'a göre böyle bir dünya gerçek değildir gerçekten var olamaz; o duyusal dünyanın yalnızca görünüşlerden meydana gelen bir dünya olduğunu savunur. Bu duyusal dünya şu masa şu heykel şu kitap gibi 'şu' diyerek gösterdiğimiz bireysel nesnelerden meydana gelmektedir. Bu dünyadaki nesneler değişen kendilerinde karşit yüklemleri barındıracak şekilde eksikli göreli bağımlı ve bileşik olan şeylerdir. Beş duyu yoluyla algılanan bu bireysel nesneler Platon'a göre gerçekten var değildir. Onlar değişmeyen mutlak ve kalıcı bir gerçekliğin yalnızca görünüşleridirler. Bu bireysel nesneler aynı anda hem gerçeklikten ve hem de yokluktan pay alırlar; bundan dolayıdır ki Platon'a göre onlar hem var ve hem de yokturlar ya da bugün var yarın yokturlar. Onlar varlığa gelir çesitli değişmelere maruz kalır ve ölüp giderler. Platon'a göre gerçekten varolan şeyler İdealardır ve İdealar duyusal dünyada söz konusu olan göreli bir durağanlığın ve anlaşilırlığın temel nedenidirler. İdealar duyusal dünyada hüküm süren değişmelerden etkilenmediği için onların içinde yaşadığımız görünüşler dünyasından ayrı ve bağımsız bir varoluşa sahip olmaları gerekir. Bizim kendilerini duyu-deneyi yoluyla değil de düşünce ve akıl yoluyla bildiğimiz bu İdealar kendilerine ait ayrı bir dünyada varolurlar. Platon'a göre İdealar sahip oldukları özellikleri hepsinin üstünde ve ötesinde bulunan İyi İdeasından alırlar. Devlet'te yer alan ünlü Güneş Benzetmesinde o duyusal dünya ile akılla anlaşilabilir dünya dolayısıyla da Güneşle İyi İdeası arasında bir analoji yapar ve mecazi bir anlatım içinde İyi İdeasını Güneşe benzetir. Buna göre nasıl ki duyusal dünyada güneş ışığıyla gözle görülen nesneleri aydınlatıyorsa aynı şekilde İyi İdeası da akılla anlaşilabilir dünyada İdeaları doğrulukla aydınlatır başka bir deyişle İdealara anlaşilabilirlik kazandırır. İyi İdeası bundan başka akılla anlaşilabilir nesnelerin varlık ve gerçekliklerinden sorumludur. İyi İdeası gerçek varlığın ötesindedir. Platon'a göre insan uzun yıllar matematiksel bilimlerle ve diyalektikle uğraştıktan sonra varlığın ve gerçekliğin kaynağı olan İyi İdeasını mistik bir tecrübeyle özel bir sezgiyle tanır. Çünkü İyi İdeası varlığın ötesinde olduktan başka insanın kavrayış gücünün sınırlarının da ötesindedir. İyi İdeasının kendisi tanımlanamaz söze dökülemez ve açıklanamaz fakat başka herşeyi açıklar. İnsan bu tür bir mistik tecrübeyi yaşadıktan sonra İdeaların İyi İdeasından pay almak suretiyle varlığa geldiklerini ve oldukları gibi olduklarını anlar. Şu halde Platon'un metafiziğinde İdealar varlıklarını ya da sahip oldukları temel özellikleri İyi İdeasına borçludurlar. Aynı ilişki İdealardan meydana gelen gerçek ve akılla anlaşilabilir dünya ile içinde yaşadığımız duyusal dünya arasında vardır. İçinde yaşadığımız duyusal dünyadaki şeyler her bakımdan değişseler bile bu dünyanın yine belli ölçüler içinde gerçek ve kalıcı olan yönleri vardır. Her bakımdan değişmeye uğrayan bu dünyada en azından birtakım matematiksel özellikler değişmeden aynı kalır. Örnegin bir masa şekli zamanın akışı içinde değişse de onun sergilediği 'dikdörtgen' olma temel özelligi değişmeden aynı kalır. Yine bir kutunun şekli zaman içinde değişir bununla birlikte onun sergilediği 'kare' ya da 'küp' olma özelligi değişmeden aynı kalır. İşte duyusal dünyadaki şeyler Platon'a göre İdealardan pay aldıkları ya da İdeaları taklit ettikleri için varolurlar ve duyusal dünyadaki gerçek ya da kalıcı ve değişmez yönler bu pay alma ilişkisi sayesinde söz konusu olur. Platon İdealardan meydana gelen akılla anlaşilabilir dünya ile duyusal dünya arasındaki bu ilişkiyi Parmenides adlı diyaloguyla Timaeos adlı diyalogunda açıklamaya çalisir. Buna göre pay alma İdeadan bir parçaya sahip olma anlamına gelmez. Bir İdea bu dünyadaki duyusal şeylerden her biri ondan bir parçaya sahip olacak şekilde parçaları olan bir şey değildir. Bir İdea bölünemez bir varlıktır. Yine duyusal şeyler İdealardan bu şekilde pay alıyor olsaydılar İdealar aktüel dünyada şeylerin parçaları olarak varolacak ve dolayısıyla bu dünyaya içkin olan varlıklar haline geleceklerdi. Oysa onlar bu dünyaya aşkın olup ayrı bir İdealar dünyasında varolurlar. Şu halde duyusal nesneler İdeaları gerçekte İdeaların kendileri olmaksızın İdealardan bir parçaya sahip olmadan örneklerler. Bununla birlikte İdealarla duyusal nesneler tümüyle farklılık gösteren iki ayrı kategoriden varlıklar oldukları için ikisi arasındaki ilişki ancak pay alma ilişkisi gibi gerçek niteliği hiçbir zaman tam olarak anlaşilamayan mecazi terimlerle ifade edilebilir. Çünkü İdealar ezeli-ebedi olan yani yaratılmamış ve yok edilemez olan zamanın ve mekanın dışındaki değişmez kavramsal varlıklardır. Oysa bu dünyadaki duyusal nesneler zaman ve mekanın içinde olup değişmeye uğrayan varlıklardır. İdealar değişmez olduklarına göre herhangi bir şey yapamaz ve dolayısıyla duyusal dünyadaki değişmeyi başlatamaz ya da bu değişmeye neden olamazlar. Bundan dolayı Platon'un metafiziğinde akılla anlaşilabilir dünya ile duyusal dünya arasındaki ilişkiyi sağlayacak içinde yaşadığımız dünyaya İdealar dünyasının belirli yönlerini aktaracak aktif bir güce ihtiyaç duyulur. Çünkü duyusal dünyadaki nesnelerle İdealar tümüyle ayrı kategoriden varlıklar oldukları için birbirleriyle kendi başlarına ilişki kuramazlar. Platon'un metafiziğinde işte duyusal dünyaya İdealar dünyasının belirli yönlerini aktaran bu aktif dış güç İdeaların saf formun değişmez dünyasıyla maddenin bütünüyle belirsiz olan dünyası arasındaki sınır çizgide bulunan Demiurgos'tur. Ona göre maddenin kendisi tümüyle belirsiz olup şekilden formdan yoksundur. Zaten belirli olsa ve bir şekli bulunsa bu İdeanın onda zaten bulunduğu anlamına gelecektir.Madde tanımlanamaz. Bununla birlikte tümüyle düzensiz olan madde form kazanmaya şekil almaya uygun bir yapıdadır. İşte hem akılla anlaşilabilir dünyanın ve maddi dünyanın dışında olan bir Tanrı olarak Demiurgos maddeye İdealar dünyasının özelliklerini akılla anlaşilabilir dünyanın formlarını yüklemek suretiyle düzenden yoksun belirsiz maddeye düzen ve form kazandırır. Demiurgos'un bu faaliyeti sonuçta duyusal dünyada İdeaların gölgelerinin ortaya çikisina yol açar. Kare üçgen ağırlık beyazlık v.b. İdeaların maddi dünyada ortaya çikan görüntüleridir soluk kopyalarıdır ve onlar maddi dünyaya sahip olduğu düzen ve belirliliği kazandıran temel ögelerdir. Şu halde maddi dünya sahip olduğu düzen ve belirliliği herşeyden önce İdealar dünyasına ve İdealar dünyasının yapısını ve formlarını maddeye aktaran Demiurgos'un faaliyetine borçludur. Biz duyusal dünyada çesitli zaman ve yerlerde var olan şeyleri Demiurgos formları maddeye yerleştirdiği için saptıyor ve tanımlayabiliyoruz. Bununla birlikte maddi dünya kendisine aktarılan formları koruyabilmek bakımından yetersiz olup mutlak bir değişme içindedir. Maddi dünya formları yalnızca belirli zaman dilimleri içinde koruyabilir. O sürekli bir akış hali içinde bulunduğuna göre formları alır ve daha sonra yitirir. Şu halde maddi dünyanın gerçek İdealar dünyasının ezeli-ebedi yönlerini Demiurgos'un faaliyeti sayesinde kazandığı ve bu yönleri sonsuz bir hareketler dizisi ve dolayısıyla değişme süreci içinde kaybettiği dikkate alındığında o ezeli-ebedi bir gerçekliğin zaman içinde hareket eden ve değişen gölgesi ya da kopyası olarak görülmek durumundadır. Öyleyse gerçekten var olan değişmez İdealar dünyasıdır. Demek ki Platon gerçek varlığı aynı şekilde tanımlamış olan ve bu varlığın akıl yoluyla bilinebileceğini söyleyerek duyuların bize gösterdiği bireysel nesnelerden oluşan duyusal dünyanın hiçbir şekilde var olmadığını bu dünyanın bir yanılsamadan başka bir şey olmadığını öne süren Parmenides'in tersine bir yandan gerçekten var olanın değişmez ezeli-ebedi olan ve akıl yoluyla bilinebilen İdealar dünyası olduğunu kabul ederken bir yandan da içinde yaşadığımız duyusal dünyanın belli şekiller içinde var olduğunu söylemekte ve görünüşleri İdealar aracılığıyla açıklamakta ve temellendirmektedir. Platon'un bu metafiziği 'Neyin gerçekten var olduğu' sorusunu yanıtladıktan başka insanın içinde yaşadığımız bu dünyadaki yeri ve gerçekten var olan İdealar dünyasıyla olan ilişkisi konusuna da bir açıklık getirir. İnsan felsefesi: Platon'un iki dünyalı metafiziği insanda her biri dikkatini söz konusu bu dünyalardan birine yöneltmiş olan iki temel bileşenin bulunduğunu ortaya koyar. İnsanın duyusal dünyaya yönelmiş duyusal dünyaya ait olan parçası bedenidir; yine aynı benzerin benzerini bilebileceği ancak aynı cinsten olanlar arasında bir ilişki bulunabileceği ilkesine göre insanın bir de gerçek varlığın dünyasına yönelmiş olup bu bağlamda İdealar dünyasının bir parçası olan ruhu vardır. İnsan ruhu Platon'a göre insandaki maddi olmayan ölümsüz parçadır. Bunlardan beden söz konusu olduğunda insan duyuları aracılığıyla duyusal dünyayla ilgili olarak güvenilmez malumatlar elde etmeye çalisir maddenin peşinden koşarak birtakım fiziki arzuları gerçekleştirmek ve tatmin sağlamak ister. Buna karşin ruhu ait olduğu dünyaya yönelmek ezeli-ebedi gerçeklikleri temaşa etmek arzusu içindedir. Öyleyse ruha düşen kendisini duyusal dünyanın sınırlamalarından bedeninin ve duyusal dünyanın oluşturduğu hapishaneden kurtarmak ve gerçek dünyayı temaşa etmek amacını gerçekleştirmeye çalismaktir. Bu ise insanın her ne kadar maddi koşullar içinde yaşayan birtakım fiziksel ihtiyaçları olan bir varlık olsa da bu maddi koşullara bağımlı olamayacağı yalnızca fiziksel ihtiyaçları tarafından belirlenemeyeceği anlamına gelir.
Platon a göre varlık tanımı



Platon’a göre iki ayrı dünya bulunmaktadır. Bunlardan birincisi “idea”larin evrenidir. İdea’lar düşünsel varlıklardır, nesnellik taşımazlar. Ancak gerçektirler. Her İdea’dan bir tane vardır. Hem tek hem de gerçek olan idea’ların bilgisi de tek ve gerçektir. Ancak idea’ları duyu organlarıyla kavramak olanaksızdır. Onlari bilgisine ancak akıl yolu ile ulaşabiliriz. Platon bu bilgilere “episteme”, “sophia” (gerçek bilgi) adını verir.Bu bilginin pesine düşen insan da gerçek bilginin dostu olan filo-sophia yani filzoftur.Gerçek bilgiyi sağlayan disiplinde felsefedir. İkinci evren ise şu an içinde yaşadığımız “fenomen”ler evrenidir. Fenomenler idea’ların gölgeleridir.

Fenomenler evreni nesneldir. Ancak gerçeklikten yoksundur. O bir yanılsamadır (İllizyondur). Sanal bir evrendir. İdea’ların fenomenler evreninde birden çok gölgesi yani yansımaları vardır. Gölgelerin hiç biri tam olarak idea’ları yansıtamazlar. Bir fenomen (gölge) idea’sına ne kadar benzerse o kadar o “şey” olur. Varlık dışı nitelik kazanır.Fenomenler duyu organları ile kavranırlar. Biz onlar hakkında bu yolla bilgi sahibi olabiliriz. Ancak bu bilgiler fenomenler evreni gibi “tek”likten ve “gerçek”likten yoksundurlar. Doxa (sani bilgisi) adını verdigi bu bilgilerin peşinde koşan ve ideaların farkında olmayan kişilere sani dostu anlamına gelen filo-dox adını kullanmıştır.

Platona göre insan ruh olarak idea’lar evreninde yaşar. Bu nedenle de idea’lar bilgilere ruh olarak sahiptir. Ancak insan zaman zaman bir beden içinde fenomenler evrenine ulaşabilmektedir.
Fenomenler dünyasında yaşarken idea’ları unutur. Fenomenlerin aldatıcı bilgileri peşine düşer. Filodox olur. İçlerinden bazıları ise idea’ların bilgisini akılları aracılığı ile anımsarlar ve gerçek bilgilerin peşine giderler. Filozof olurlar. O zaman kısaca, belirtmek gerekirse gerçek bilgiye sadece filozoflar ulaşabilmektedirler.