İri gözlerini kapamıştı. Uzun sürmeli kirpiklerine eşlik eden saçları, rüzgarın ritm tuttuğu bir tempoda dans ediyordu. Kollarını iki yana açmış hayır dercesine sağa sola savururken bağırmak istedi. Sesi boğazında kördüğüm olmuş, Kurumuş dili damağına yapışmıştı. Ağzında bayatlamış purodan kalan tahtasal bir tad vardı. Gözlerini, sebebi olduğu rüzgara inat zar zor açtı. Gecenin zifir karanlığında, derin bir okyanusun lacivert tabanındaki yakamozlara gibi parlayan insanlar, sanki onu selamlıyorlardı. İçinden ılıyarak akmakta olan maceralarından bir kurtuluş yolu bulamıyordu. Tek çaresi için ağlayacak vakti yoktu. Kalbinin sızlanmasıylada mücadele ederken, Keşke gündüz olsaydı diye düşündü.
Uzanmakta oldugu geniş kanepeden telefonun sesiyle irkilerek uyandı. Sehpanın üzerindeki telefonu eline aldığında kapanmıştı. Bir kelebek kadar ömrü olan piline okkalı bir küfür savurdu. Biraz sinirlensede arayanın kim olduğunu az buçuk tahmin ediyordu. Açık kalmış televizyonunda izlediği film bitmiş, mavi bir ekran bütün odayı aydınlatmaktaydı. Sızlanmış bedeniyle yattığı yerde diklenerek doğruldu. Halının üzerinde duran apliğin düğmesini ayağının ucuyla dürttü. Maviye anında eşlik etmek için yanan kırmızı ışık odanın duvarlarını mora boyarken içerideki loşluk hoşuna gitmedi. İstediğini etrafta göremeyince hayıflandı. Telefonun şarjının nerede olduğunu kestiremiyen, bir taraftan ovuşturduğu gözleriyle sehpanın üzerini hızlıca tekrar taradı. Uzun kemikli, nazik parmaklarıyla dünkü gazetelerin, eski dergilerin altlarını yokladı. Filme eşlik ederken uyuyakalmış romdan bir yudum alırken, Dilini damağından ayıran alkolü burnundan soludu. Alevler Dar boğazından midesine yavaş yavaş inerken içi tutuşuyordu. Birisi bu leş dağınıklığı görse dırdırından iki saat başım ağrır diye düşündü. Alnından omuzlarına inen saçlarını, kulaklarının arkasına doğru tarayıp, siyah ince bıyıklarının uçlarını burdu. Sehpanın üzerindeki karışıklığa gelişi güzel çeki düzen verdikten sonra boxerinin üzerine bir şeyler giyinmek için odasına gitti.
Batu'nun arkasından homurdanarak 'noluyo be' diye yarı uykulu bir ağızla serzenişte bulunan Nurci ' saat kaç ' diye çemkirdi. Uzun süren sessizliğe canı sıkıldı, sanki duvarlar yırtılmış, beton başının içine akıyor, demirler beynine saplanıyordu. Refleks olarak çantasının içindeki efervesan tableti hatırladı. Yerlerdeki dağınıklığın arasında çantasını göremeyince sinirlendi. Odanın içerisindeki hayvani kokuyu biraz olsun tazelemek için pencere kenarına geldi. Böyle bir evde çiçek dantelli tül perdelerde neyin nesi diye düşündü. Herhalde anakuzusu bir erkek diye silikonlu dudaklarıyla inceden gülümsedi. Pencereyi açmasıyla karşı apartmandan kendisini izlemekte olan adamla gözgöze geldi. Hatları oldukça belirgin bedeninde gezinen bakışlara göz kırparak pencereden uzaklaştı . ''Bu adam bütün gece sesimizi duymuş, gölgelerimizi izlemiş olmalı'' diye kendi kendine söylendi.
Samanlıkta iğne ararken sehpanın üzerinde bulduğu bir kutu efervesan tablete çok sevindi. Su içmek için mutfağı aramasına gerek kalmadı. Kafasını sağa çevirdiğinde gördüğü, Kültür empozesi fırınsız mutfak, salonun hemen içine yerleştirilmişti. Anlaşılan sadece bulaşık işleri için kullanıyordu. Duvarlardaki fotograflarda gördüğü macera dolu anlarda daima gülümseyen Batunun bütün resimlerini inceledi. 'Hep aynı yapmacık gülümseme' diye mırıldandı. İnsanı olduğundan daha zayıf gösteren aynanın önünde durup, kahkullerini düzeltti. Gözünün önündeki morluktan ve az önce aşkın kokusunu kamçıladığı adamdan iyice canı sıkılmıştı. Tezgahın üzerinde; dün yapılan partiden kalma kiminin kenarları kırmızı rujlu, kiminin şemsiyeli bardaklar, fırıldak bir eğlencenin kalıntılarıydı.Temiz bardak bulmak için boşuna ugraşmadan buzdolabının kapısındaki rafa çenesini yan yan dayadı. Ağzına akan suyla midesindeki pislikten kaynamış kumları temizledi . Merakla buzdolabının kapağını açtı. En fazla dünkü ziyafetten artıklar kalmıştır diye umarken yanılmamıştı. Dolap tam takla kuru bakırdı. Boşlukta, üzeri pembe çiçekler kaplı beyaz bir tencere sırıtıyordu. Ani bir refleksle açtığı kapağın altındaki sarmaların; özenle, sarjörüne dizilmiş kurşunlar gibi yerleştirildiğini görünce, tumturaklı bir bayanın elinden cıkmış olmalı diye düşündü.
Sıkıntı ile merak arasındaki ay güzeli,' telefonumun sarjını gördün mü' sesiyle irkilerek, buzdolabının kapağını sertçe itti. Bir elini eşiğin üzerine doğru yengeç gibi kaldırmış, diğer elini beline koymuş Batu, gözlerini diken gibi batırdığı karşısındaki kadını süzerek ' telefonumun şarjını gördün mü ' diye yeniledi. Şaşkın ifadesine eşlik eden gözlerindeki ışıltıda, yakalanmışlığın tutukluğu olan Nurci, ''bu dağınıklıkta kendini kaybetmiyor musun'' dedi. Alt dudağı diğerinden fazlasıyla büyük olan Batu, üst dudağından çıkan sözcükleri bastıra bastıra kaslanmış garip ağzının içerisinde geveleyerek, ''bizim garsoniyer böyle beğenmediysen gidebilirsin'' dedi. Sarı permalı saçlarının kahkulleriyle oynayan Nurci, Batu'nun yüzüne baktıkça geceyi anımsamaya başladı.
Önünde duran erkekle akşamın ilerleyen saatlerinde tanışmışlardı. Saat sekizde arkadaşı Serap ile evde demlenirken bir taraftan hazırlanıyor, mekanların kapısında sıra nöbeti tutarken ona buna caka satmak; yakışıklı tiplerle tanışmak icin sabırsızlanıyorlardı. Saat onda Serapla beraber giysi dolaplarını boşaltmaya başladılar. Bu kırmızı ceketle beyaz gömleğimi giysem ya da yeşil pantolonla sarı tişörtmü giysem derken beyaz tünik bir elbisede karar kılmıştı. Bir kadının kıyafet seçmesinden daha zor bir şey varsa iki kadının kıyafet seçmesidir diyip gülüştüklerini hatırladı. Saat onikide gece klübünün önündeki sırada beklerken Batu'yla tanışmışlardı. Belgesel Kameramanı olması sebebiyle bir çok nadide yeri gezmiş olan Batu'ya havai bir tip gözüyle bakarken, serüvenlerindeki hikayeleri dinlemeye bayılmıştı. En çokta filleri anlatırken kullandığı 'dubleks bir ev kadar büyükler' ifadesini sevmişti. Yüksek sesle gülüşen sürüsünün içindeki bu erkeğe ' diğerlerinden farklı ' diye bakarken onu elde etmek için deli gibi hırslanmıştı. Saat ikide müziğin ve dansın içinde dört dönerek sonunda onu bulmuştu. Beğendiğini elde etmek icin gidilen her yolun mübah olduğu bu alemde birkaç cilveli bakışın ardından birbirlerine tav olmuşlardı. Batu'nun yıldızının parladığı renkli partide alkolün dozunu ayarlamayacak olan nefisleri şehvetin kucağındaydı. Pistin üzerinde birbirleriyle kıvrılarak dans ederken, yaşamak istedikleri hazzı geciktirmişlerdi. İçkilerin havada kapışıldığı, müziğin tere karıştığı çılgın geceden, Batu'nun teninden yükselen limonlu biber kokusunu hatırlıyordu. Saat dörde doğru karınlarının acıkmasını bahane ederek mekanı terkedip soluğu evde almışlardı. Saat sabahın ilk karanlığında birbirlerini soluksuz bırakan dudakların birleşmesini anımsadı. Aralardaki bazı boşlukların arkasından içtiği sert bir içkiyle dipsiz bir kuyuya inmişti.
Nurci , Elindeki buz gibi sarmayı ağzına götürürken, gittikçe büyüyen gözleriyle içini parçalayan adama bakakaldı.
-Adın neydi senin ?
-Nurcihan ama arkadaşlarım bana Nurci der, sende Batu olmalısın tabii yalan söylemediysen bana..
-Yok be ne yalanı, Hatırlayamadım birden, başım çatlıyor. .
-Benimde ,sehpanın üzerinden bir tane ağrı kesici aldım, sende alsana
-ben yarın evleniyorum.
-...
Merakına ölümcül bir darbe indiren son cümle ile şoka giren Nurci'nin ağzında sözcükler kilitlenmişti. Hızlıca geceyi tekrar hatırlamaya çalıştı. Serap'ı en son bir çocukla dans ederken bırakmıştı. Düğünden önce felekten son bir gece çaldığını şimdi anladığı Batu, klüpte arjantinlerin içine atılmak üzere tekila shot servis ediyordu. Sonrasında kalabalığın arasından taksiyle sıyrılıp eve gelmişlerdi. Kayıtdışı eğlencenin izlerini, cevap verebilmek için takip ediyordu. Taksici yolda giderken birbirlerine sarılmalarını ayıplamış, dırdırlar içerisinde Batu'nun evinin önüne geldiklerinde çıkan kargaşada yüzüne bir yumruk yemişti. Batu'da cukka gibi burnuna aldığı okkalı bir darbeyle kan revan içinde kalmıştı. Güvenlik görevlilerinin araya girmesiyle eli sopalı taksiciden zar zor yakayı kurtarmışlardı. İkiye bir kaybettikleri boks maçından geriye patlak bir burun, mor bir göz ve kan kırmızısı bir tabloya dönmüş tunik kalmıştı. Yaşadıkları heyecanın üzerine eve çıkıp aşkın büyülü kollarında biraz dans etmişlerdi. Sarhoşluktan hafızayı iyice zorlayan pembekırmızı sahnelerde Batu'nun ''Hayatım sonunda evlendik biz!! '' demesini garipsediğini hatırladı.
Nurci farkında olmadan 'biz mi sanmıyorum ' dedi. Hafızasını yeniden yoklamaya çalıştı. Kafasını, dalgalara göme göme, denizde bata çıkan giden bir tekne gibi oynatarak '' Ben hala sarhoşum'' dedi. Yüzündeki suçluluk duygusunun duvardaki yansımasından payını alan Batu ''biz beraber olduk mu!?'' diye kasıldı. Sorunun geleceği yeri iyi tahmin eden Nurci ''sanmıyorum'' diye yeniledi. Batu'nun gözleri Nurci'nin üzerinde, giydiği tişörtte dolaştı. Çekimlerde kendisine en fazla sabrı veren, nişanlısının ilk hediyesi olan bu tişört, hangi ara dolabından çıkmış bilemedi.
-Peki neden benim tişörtüm senin üzerinde ?
-Taksici burnunu dağıttığında, kustuğunda da elbisemi batırmış olmayasın.
Kadının suratına esrik bir ifade yayılırken Batu, kanepeye oturdu. Üç yıl önce uçakta aşık oldugu nişanlısı şimdi içinden '' bunu bize nasıl yaparsın'' diyerek haykırıyordu. Gecesini düşündü, kaçta dışarı çıktığını, kimlerle olduğunu bilmiyordu. İlişkisini düşündü, bu lekeyi nasıl temizleyeceğini bulamıyordu. Arkadaşlarının dolduruşuyla tuzsuz limonsuz, son gece uğruna arjantinde bir tekila içtiğini ve taksinin içerisinde münakaşa ederken her yere kustuğunu hatırlıyordu. Kendisini düşündü, gözlerinin ucundaki şiş burnuna tutuldu. Ayı gibi cüssesine rağmen yediği dayağı yakıştıramadı. Nişanlısını düşündü, kaş yapayım derken göz çıkarmıştı. Arkadaşlarıyla beraber ortaklaşa kullandıkları bu pislik yuvasından iyice tiksindi. Bir kertenkelenin kuyruğuna benzettiği şarjını ucundan son anda sehpanın altında yakaladı. Midesi çok bulanıyordu, balkona çıktı.
14.10.2011 Furkan Çilingiroglu