31 Ekim 2011 Pazartesi

'' Hans İşi..''

''Hans İşi...''       

        Gözlerimi viyadüklerin ihtişamlarından alamıyorum. Acaba bu devasa yapının üzerindeki otobanda yürüyenler var mıdır? Peki ya araba mezarlığının içerisindeki hurda yığınlarının arasında dolaşan gölgeler . Hatırlamak istediğim için aklımda kalan anılarım hep bir tırmanış maceralarıydı, viyadüklere tırmanmak,yük vagonlarına tırmanmak,değirmenlere tırmanmak. . Düşlerim zamanla etrafımdaki binaların şekillerine göre değişmiş durumda. Manaları hep aynı, Gözümü yükseklere dikmiştim. Yine de beni  en çok heyecanlandıran yer Denver lisesiydi. Üç katlı binanın geniş bodrum katında, etrafında üzerinde ancak yürünebilecek dar çimento platformlara bağlanan, duvarlara gömülü demir basamakların çıktığı, olduğu yere sabitleştirilmiş bir kazan vardı. Üst katlarda duvarlarda yerleştirilen makineler birbirine o kadar yakındı ki, aralarında tünel gibi daracık bir boşluk kalıyor, benim gibi ufak tefek biri bile zorlanarak geçiyordu. Deriden örülmüş dev bir ağa benzeyen, birbirine geçmiş kolonların bağlanması için duvarlarda kare şeklinde oyuklar açılmıştı. Oraya buraya atılmış eski makine parçaları ( çoğu örsten daha ağır, elle tutulup taşınamayacak kadar hantal, kenarları tırtıklı parçalar, sac levhalar, yedek parçalar, yaylar, tekerlekler, cıvatalar, vs) yıllardır uykuda olan bina içinde durdukları yerde kalın bir toz tabakasıyla kaplanmıştı. İnsanın içini ürperten, ölü bir tozdu bu, dumura uğramış bir halde ortalıkta gezinirken ayak bileklerime kadar içine gömülmeme karşın, bir zerresi bile ayakkabıma girmiyordu. Her şey bırakıldığı gibi kalmıştı, güneş enerjisi sayesinde sürekli çoğalan sineklerin çevremde uğuldayarak uçması dışında ne bir ses ne bir hareket vardı. Oraya girdiğimde arabaların vızır vızır işlediği 20. Cadde viyadüğünün sadece bir kaç yüz metre uzağımda olmasına karşın, mezara girmiş gibi oluyordum. Üstüne üstlük içerideyken zaten sıcak olan hava daha da ısınıyor, aniden kaçmak zorunda kalsam kıpırdayamayacakmış gibi olacağımı sanıyordum.
                Babam Neal,  yolculuğumuzun ilk taşıtında bana otostopla ilgili, 18-19 yaşına gelinceye kadar inandığım ( aslında birbirinin zıddıymış gibi görünen iki fikirden bahsetti: Birincisi birinin seni arabasına almasına beklemektense hiç durmadan, gece bile yürümekti ki, biz de belli bir bekleme noktasında durmamış, yürümüştük. İkincisi ise berduşların şaşmaz düsturu olan, Tanrı'ya güvenmek ve arabayla yapılan ve nereye gidildiği hiç de önemli olmayan bir yolculuğun en iyi olduğu şeklindeki anlayıştı.
                İnsanların vicdanlarına mı el kaldırıyordum. Okula giden bir öğrenci olduğumu nihayetinde belli eden defterlerim hep önümde, ellerimde dururdu. Geçenlerde eski evimde dolapta buldum, bir güzel göz alıcı simli kağıtlarla kaplamışım defterleri. Otostop yapan bir öğrencinin amacına uygun reklam yapma içgüdüsü. 'Yolunuz nereye olursa beni'de al' . El yordamıyla sürdürülen cinsel hayatın sokaktaki uzantıları ve ürün amblaj ilişkisinin ticari kaygılardan ötürü bir kenara bırakıldığı içerik olgusudur baş parmak.

     Beat it. Be on the road.                                                                              31.10.2011Altunizade  

30 Ekim 2011 Pazar

Düşüş

                                                                                                                                                                                                  



                İri gözlerini kapamıştı. Uzun sürmeli kirpiklerine eşlik eden saçları, rüzgarın ritm tuttuğu bir tempoda dans ediyordu. Kollarını iki yana açmış hayır dercesine sağa sola savururken bağırmak istedi.  Sesi boğazında kördüğüm olmuş, Kurumuş dili damağına yapışmıştı. Ağzında bayatlamış purodan kalan tahtasal bir tad vardı. Gözlerini, sebebi olduğu rüzgara inat zar zor açtı. Gecenin zifir karanlığında, derin bir okyanusun lacivert  tabanındaki  yakamozlara gibi parlayan insanlar, sanki onu selamlıyorlardı. İçinden ılıyarak akmakta olan maceralarından bir kurtuluş yolu bulamıyordu. Tek çaresi  için ağlayacak vakti yoktu. Kalbinin sızlanmasıylada mücadele ederken,  Keşke gündüz olsaydı diye düşündü.
                Uzanmakta oldugu geniş kanepeden telefonun sesiyle irkilerek uyandı.             Sehpanın üzerindeki telefonu eline aldığında kapanmıştı. Bir kelebek kadar ömrü olan piline okkalı bir küfür savurdu. Biraz sinirlensede arayanın kim olduğunu az buçuk tahmin ediyordu. Açık kalmış televizyonunda izlediği film bitmiş, mavi bir ekran bütün odayı aydınlatmaktaydı. Sızlanmış bedeniyle yattığı yerde diklenerek  doğruldu. Halının üzerinde duran apliğin düğmesini ayağının ucuyla dürttü. Maviye anında eşlik etmek için yanan kırmızı ışık odanın duvarlarını mora boyarken içerideki loşluk hoşuna gitmedi. İstediğini etrafta  göremeyince hayıflandı. Telefonun  şarjının nerede olduğunu kestiremiyen, bir taraftan ovuşturduğu  gözleriyle sehpanın üzerini hızlıca tekrar taradı. Uzun kemikli, nazik parmaklarıyla dünkü gazetelerin, eski dergilerin altlarını yokladı. Filme eşlik ederken uyuyakalmış romdan bir yudum alırken, Dilini damağından ayıran alkolü burnundan soludu. Alevler Dar boğazından midesine yavaş yavaş inerken içi tutuşuyordu. Birisi bu leş dağınıklığı görse  dırdırından iki saat başım ağrır diye düşündü. Alnından omuzlarına inen saçlarını, kulaklarının arkasına doğru tarayıp, siyah ince bıyıklarının uçlarını burdu. Sehpanın üzerindeki karışıklığa gelişi güzel çeki düzen verdikten sonra boxerinin üzerine bir şeyler giyinmek için odasına gitti.
                Batu'nun arkasından homurdanarak  'noluyo  be' diye yarı uykulu bir ağızla serzenişte bulunan Nurci  ' saat kaç ' diye çemkirdi. Uzun  süren  sessizliğe canı sıkıldı, sanki duvarlar yırtılmış, beton başının içine akıyor, demirler beynine saplanıyordu. Refleks olarak çantasının içindeki efervesan tableti hatırladı. Yerlerdeki dağınıklığın arasında çantasını göremeyince sinirlendi. Odanın içerisindeki hayvani kokuyu biraz olsun tazelemek için pencere kenarına geldi. Böyle bir evde çiçek dantelli tül perdelerde neyin nesi diye düşündü. Herhalde anakuzusu bir erkek diye silikonlu dudaklarıyla inceden gülümsedi. Pencereyi açmasıyla karşı apartmandan kendisini izlemekte olan adamla gözgöze geldi. Hatları oldukça belirgin bedeninde gezinen bakışlara göz kırparak pencereden uzaklaştı . ''Bu adam bütün gece sesimizi duymuş,  gölgelerimizi izlemiş olmalı'' diye kendi kendine söylendi.
                Samanlıkta iğne ararken sehpanın üzerinde bulduğu bir kutu efervesan tablete çok sevindi.  Su içmek için mutfağı aramasına gerek kalmadı. Kafasını sağa çevirdiğinde gördüğü, Kültür empozesi fırınsız mutfak,  salonun hemen içine yerleştirilmişti. Anlaşılan sadece bulaşık işleri için kullanıyordu. Duvarlardaki fotograflarda gördüğü macera dolu anlarda daima gülümseyen Batunun bütün resimlerini inceledi. 'Hep aynı yapmacık gülümseme' diye mırıldandı. İnsanı olduğundan daha zayıf gösteren aynanın önünde durup, kahkullerini düzeltti.  Gözünün önündeki morluktan ve az önce aşkın kokusunu kamçıladığı adamdan iyice canı sıkılmıştı. Tezgahın üzerinde; dün yapılan partiden kalma kiminin kenarları kırmızı rujlu, kiminin şemsiyeli bardaklar, fırıldak bir eğlencenin kalıntılarıydı.Temiz bardak bulmak için boşuna ugraşmadan buzdolabının kapısındaki rafa çenesini  yan yan dayadı. Ağzına akan suyla midesindeki  pislikten kaynamış kumları temizledi . Merakla buzdolabının kapağını açtı. En fazla dünkü ziyafetten artıklar kalmıştır diye umarken yanılmamıştı. Dolap tam takla kuru bakırdı. Boşlukta, üzeri pembe çiçekler kaplı beyaz bir tencere sırıtıyordu. Ani bir refleksle  açtığı kapağın altındaki sarmaların; özenle, sarjörüne dizilmiş kurşunlar gibi yerleştirildiğini görünce,  tumturaklı bir bayanın elinden cıkmış olmalı diye düşündü.
                Sıkıntı ile merak arasındaki ay güzeli,' telefonumun sarjını gördün mü' sesiyle irkilerek, buzdolabının kapağını sertçe itti. Bir elini eşiğin üzerine doğru yengeç gibi kaldırmış, diğer elini beline koymuş  Batu, gözlerini  diken gibi batırdığı karşısındaki kadını süzerek ' telefonumun şarjını gördün mü ' diye yeniledi. Şaşkın ifadesine eşlik eden gözlerindeki ışıltıda, yakalanmışlığın tutukluğu olan Nurci, ''bu dağınıklıkta kendini kaybetmiyor musun'' dedi.  Alt dudağı diğerinden fazlasıyla büyük olan Batu, üst dudağından çıkan sözcükleri bastıra bastıra kaslanmış garip ağzının içerisinde geveleyerek, ''bizim garsoniyer böyle beğenmediysen gidebilirsin'' dedi. Sarı permalı saçlarının kahkulleriyle oynayan Nurci, Batu'nun yüzüne baktıkça geceyi anımsamaya başladı.
                Önünde duran erkekle akşamın ilerleyen saatlerinde tanışmışlardı. Saat sekizde arkadaşı Serap ile evde demlenirken bir taraftan hazırlanıyor, mekanların kapısında sıra nöbeti tutarken  ona buna caka satmak; yakışıklı tiplerle tanışmak icin sabırsızlanıyorlardı. Saat onda Serapla beraber giysi dolaplarını boşaltmaya başladılar. Bu kırmızı ceketle beyaz gömleğimi giysem ya da yeşil pantolonla sarı tişörtmü giysem derken beyaz tünik bir elbisede karar kılmıştı. Bir kadının kıyafet seçmesinden daha zor bir şey varsa iki kadının kıyafet seçmesidir diyip gülüştüklerini hatırladı. Saat onikide gece klübünün önündeki sırada beklerken Batu'yla tanışmışlardı. Belgesel Kameramanı olması sebebiyle bir çok nadide yeri gezmiş olan Batu'ya havai bir tip gözüyle bakarken, serüvenlerindeki hikayeleri dinlemeye bayılmıştı. En çokta filleri anlatırken kullandığı 'dubleks bir ev kadar büyükler' ifadesini sevmişti. Yüksek sesle gülüşen sürüsünün içindeki bu erkeğe ' diğerlerinden farklı ' diye bakarken onu elde etmek için deli gibi hırslanmıştı. Saat ikide müziğin ve dansın içinde dört dönerek sonunda onu bulmuştu. Beğendiğini elde etmek icin gidilen her yolun mübah olduğu bu alemde birkaç cilveli bakışın ardından birbirlerine tav olmuşlardı. Batu'nun yıldızının parladığı renkli partide alkolün dozunu ayarlamayacak olan nefisleri şehvetin kucağındaydı. Pistin üzerinde birbirleriyle kıvrılarak dans ederken, yaşamak istedikleri hazzı geciktirmişlerdi. İçkilerin havada kapışıldığı, müziğin tere karıştığı çılgın geceden,  Batu'nun teninden yükselen limonlu biber kokusunu hatırlıyordu. Saat dörde doğru karınlarının acıkmasını bahane ederek mekanı terkedip soluğu evde almışlardı. Saat sabahın ilk karanlığında birbirlerini soluksuz bırakan dudakların birleşmesini anımsadı. Aralardaki bazı boşlukların arkasından içtiği sert bir içkiyle dipsiz bir kuyuya inmişti.
Nurci , Elindeki buz gibi sarmayı ağzına götürürken, gittikçe büyüyen gözleriyle içini parçalayan adama  bakakaldı.
-Adın neydi senin ?
-Nurcihan ama arkadaşlarım bana Nurci der, sende Batu olmalısın tabii  yalan söylemediysen bana..
-Yok be ne yalanı, Hatırlayamadım birden, başım çatlıyor. .
-Benimde ,sehpanın üzerinden bir tane ağrı kesici aldım, sende alsana
-ben yarın evleniyorum.
-...
                Merakına ölümcül bir darbe indiren son cümle ile şoka giren Nurci'nin ağzında sözcükler kilitlenmişti. Hızlıca geceyi tekrar hatırlamaya çalıştı. Serap'ı en son bir çocukla dans ederken bırakmıştı. Düğünden önce felekten son bir gece çaldığını şimdi anladığı Batu, klüpte arjantinlerin içine atılmak üzere tekila shot servis ediyordu. Sonrasında kalabalığın arasından taksiyle sıyrılıp eve gelmişlerdi. Kayıtdışı eğlencenin izlerini, cevap verebilmek için takip ediyordu. Taksici yolda giderken birbirlerine sarılmalarını ayıplamış, dırdırlar içerisinde Batu'nun evinin önüne geldiklerinde çıkan kargaşada yüzüne bir yumruk yemişti. Batu'da cukka gibi burnuna aldığı okkalı bir darbeyle kan revan içinde kalmıştı. Güvenlik görevlilerinin araya girmesiyle eli sopalı taksiciden zar zor yakayı kurtarmışlardı. İkiye bir kaybettikleri boks maçından geriye patlak bir burun, mor bir göz ve kan kırmızısı bir tabloya dönmüş tunik kalmıştı. Yaşadıkları heyecanın üzerine eve çıkıp aşkın büyülü kollarında biraz dans etmişlerdi. Sarhoşluktan hafızayı iyice zorlayan pembekırmızı sahnelerde Batu'nun  ''Hayatım sonunda evlendik biz!! '' demesini garipsediğini hatırladı. 
                Nurci farkında olmadan 'biz mi sanmıyorum ' dedi. Hafızasını yeniden yoklamaya çalıştı.  Kafasını, dalgalara göme göme, denizde bata çıkan giden bir tekne gibi oynatarak '' Ben hala sarhoşum'' dedi. Yüzündeki suçluluk duygusunun duvardaki yansımasından payını alan Batu  ''biz beraber olduk mu!?'' diye kasıldı. Sorunun geleceği yeri iyi tahmin eden Nurci ''sanmıyorum'' diye yeniledi. Batu'nun gözleri Nurci'nin üzerinde,  giydiği tişörtte dolaştı. Çekimlerde  kendisine en fazla sabrı veren, nişanlısının ilk hediyesi olan bu tişört, hangi ara dolabından çıkmış bilemedi.
 -Peki neden benim tişörtüm senin üzerinde ?
-Taksici burnunu dağıttığında, kustuğunda da elbisemi batırmış olmayasın.

                Kadının suratına esrik bir ifade yayılırken Batu, kanepeye oturdu. Üç yıl önce uçakta  aşık oldugu nişanlısı şimdi içinden '' bunu bize nasıl yaparsın'' diyerek haykırıyordu. Gecesini düşündü, kaçta dışarı çıktığını, kimlerle olduğunu bilmiyordu. İlişkisini düşündü, bu lekeyi nasıl temizleyeceğini bulamıyordu. Arkadaşlarının dolduruşuyla tuzsuz limonsuz, son gece uğruna arjantinde bir tekila içtiğini ve taksinin içerisinde münakaşa ederken her yere kustuğunu hatırlıyordu. Kendisini düşündü, gözlerinin ucundaki şiş burnuna tutuldu. Ayı gibi cüssesine rağmen yediği dayağı yakıştıramadı. Nişanlısını düşündü, kaş yapayım derken göz çıkarmıştı. Arkadaşlarıyla beraber ortaklaşa kullandıkları bu pislik yuvasından iyice tiksindi. Bir kertenkelenin kuyruğuna benzettiği  şarjını ucundan son anda sehpanın altında yakaladı.  Midesi çok bulanıyordu, balkona çıktı.


14.10.2011 Furkan Çilingiroglu    

Mektup

Sevgili Furkan,

                Maa Meenn! Biliyor musun Ha geleceksin he geldin hadi bir gün gelirsin tekrar  diye site içerisinde 3 odalı büyük bir daireye geçtik.yo yo apartmanın kapısında bu sefer mekanik değil, dijital şifreleme sistemi var.  Diyelim şifreyi unuttun, seni tanıyor olsa bile soyunu sopunu sorgulayan güvenlikçiler burada hala mevcut. Dalmaçyalımız, Sky senin giderken bıraktığın kıyafetlerin içerisine dokuz tane encik doğurdu. Bu Doğumdan da Maria'nın biricik oğlu Gosha en karlı çıktı. İlkokul'daki  beğendiği  kızlara birer tanesini hediye etti, fiyakası tavan. Sky bize küsmesin diye iki yavrusunu verdirtmedikte, Gosha büyük olay çıkardı. Paramızı köpeklere harcamak yerine kendimize harcamamız daha doğru olurmuş. Bende ona dedimki parayı toprağa gömsen çürür bir bok olmaz, köpek pislese çiçekler açar dedim, nihayetinde Gosha'yı bizim bahçemizin daha çiçekli olmasına ikna ettim.
                Yeri gelmişken  Kazak topraklarına kar bu sene erken düştü, hele kayak yapmaya gittiğimiz Çimbulak dağının büründüğü beyaz örtüyü görsen, pike yavaş yavaş kalınlaşıyor. Sokaklar desen aynı, trafik desen günden güne yoğunlaşıyor. Her sokakta bir trafik kazası;  iki milyonluk nüfus nasıl sekiz şeritli yolları tıkayabiliyor, üstelik ehliyeti dokuz doğurarak alıyorlar hayret. Bilmiyorlar kullanmayı abisi; bizim İstanbul'a gelseler apışıp kalırlar.
                Burada doğanın temposuna inat eden bir hızlanmayla yaşanıyor günler. Saat takıyor musun hala? Oğlum ben sana, kendine saat alman gereksiz dedim, başkalarından gelen hediye saati kullanma demedim ki. Biliyorsun günümüzde köleliğe atılan ilk adım, kol saati takmakla başlar. Sözüm ona zamanın efendisi olabilmen istenir, düzenli bir hayatın olsun sisteme daha kolay adapte olup pürüz çıkarmayasın diyedir. Boşver şimdi zamanı, gelmişim altmışa beşe kalaya; Yazıların ne alemde? Cennetle Cehennem arasında gidip geliyor musun? Hadi ordan be Cennetmiş, Cehennemmiş. Bu dünya sırat köprüsüdür ayaklarının altında, bastıkça bir yerden bir yere gitmek istedikçe, ödemen gereken bedel canını acıtır. Ancak zamanla o acıların üstesinden gelip, öğrendikçe Cenneti de Cehennemi  de istediğin gibi yaşayabilirsin.  Bir taraftan saçlarımın kurumasını bekliyorum. Geçen günü Amerikadan yeni getirttiğim Harley'le Kapçıgay Gölüne düzenlenen bir gezinin liderliğini yaptım. Dümdüz ip gibi yol. Etrafında dikili bir agaç bile yok. Senle beraber gittiğimiz şu efsane göl var ya hani yağmur yağarken kayalıklardan girmiştik suya. Maria zar zor Gosha'yı sokmuştu .Sonrasında akümüz bitmişti müzik dinlemekten de güç bela o yagmurun altında zar zor çalıştırabilmiştik;ite kaka. Neyse Kapçıgaya geçen gidişimde Almasla karşılaştım.
                Alması hatırladın mı ? Şehrin orta yerine açtığım bara gelen iki tane fedainin patronu. Hani iki tane adam onca müziğe ve çıplaklığa rağmen karşılıklı iki masaya geçip oturmuş pervasızca içerken birbirlerini kesiyorlardı. Ondan sonrada ona buna bakarken birbirlerine silah çekip tavanlarımızı kurşun yağmuruna tutmuşlardı. Allahtan kimse yaralanmamıştı. Geçenlerde yine geldi bu adamlar, Bu gelişlerinde onlarla konuşmak istedim Kazakça bir şeyler geveleyip oturdular yine karşılıklı iki masaya. bir güzel içip sonrasında bara doğru ateş açtılar. Güzelim içki şişeleri de  bardaklar da...  Senin anlayacağın yine kıyamet koptu, sırat köprüsü ayaklarımın altında. Sordum soruşturdum Bu gelen adamlar Kara Almasın adamlarıymışlar. Şehrin aşağısındaymış mekanı. Belli ki biraz ayaklarımın altı kanayacaktı. Atladım cadillaca yine bütün ışıklarda kadınlardan bir sürü kartvizit toplaya toplaya Kara'nın oturduğu alt mahalleye geldim. Dar ,kara kuru bir sokak. Girişte bir minibüsle iki tane lüx araba yalu kapatmıştı. Köşede bekleyen adamlar sigara içiyorlardı, daha bana ses edemeden ben soluğu apartmanın kapısında aldım. İki tane dayı bekliyordu, biri bizim bara gelen Kıyma. Onlara dedim ki ''tez karayı görügerek , ehemdir tez tez'' , kapının koluna tam yeltenecektim ki herhalde suratımdaki ifadeden korkmuş olan Kıyma kapıyı açtı. İçeride lüx bir salon, pahalı mobilyalar, neon ışıklandırmalar. ve barı dağıtan diğer dağ gibi adam.  ''Tez tez'' dedim iki göz işareti yaparak diğeri arkamdan bişiler sölediysede duymadım. Demirden üzerine bolca sim yedirilmiş içerideki diğer kapıyı açtı.          
                Kara Almas kaşımda oturuyordu. Cidden kara kuru cılız bir adam. Diken gibi havaya dikilmiş saçlarından alnına ter damlıyor, gözlerinden vahşi bir eğlence okunuyordu. Masası yekpare camdan, önündeki sıralı koltuklarda bikinili kızlar.cilveleşmeler, kahkahalar. Benim geldiğimi anlayınca kızlara bir göz işareti yapıp odadan çıkardı. Yaban eldeki Türk'lerle fazlaca iş yaptığından olsa gerek Türkçe'yi biraz biliyordu.  Bana sert bir bakış atarak ''Hayrola'' dedi.  Koltuklarını kabarta kabarta kasıla kasıla patlayacak gibiydi. ''Aga sana çok önemli söyleşim var''. Heyecan,  boynumdan girip kalbimde patlayıp paçalarıma süzülüyordu, ne olacaksa olacaktı artık. Buraya kadar gelmiş olmam bile yeterli gelmeliydi. ''Söyle türük adın ne?'' . ''Aga boşver  kağzır benim adımı sen önce şu kapıda bekleyen iki adam varya'' diyordum sözümü kesti;  ''he onlar benim kollarımdır kop jaksi silah atarlar hee.. hayrola?'' diye pis pis sırıttı. Duraksamadan söyledim:  ''Onları tez kovmalısın bunlar güvenilecek balalar degil''.  Lafı nereye getireceğimi anlayamadığından olsa gerek iyice meraklanarak ''hayrola'' dedi.  ''Bu adamlar varya, senin bu silahtarların, cigitlerin geçen günü benim bara keldiler bir saat birbirlerini bakış attıktan sonra ateş açtılar ama onca kalabalıkta bırak birbirlerini kimseyi vuramadılar; iki sarjör kurşun,  boşuna harcadılar. Kağzır sen şimdi bu balalara halay güvenesin''  diye sıraladım. Kara Almas Durdu. Düşündü, düşündü düşündü. .  Sen jaksi cigitsen men seni tuttim dedi. Müsadenizle aga diyip arkama bakmadan çıktım, çıkarkende çocuklara dedim almas şimdi sizi çağırıyor diye.
                Ertesi gün bizim bara gittim. Barın açılmasına iki saat kala barın önüne iki minibüs yanaştı. Birinden sekiz tane adam çıktı; merdivenler tavan aplikleri bardaklar içkiler... ''cigitler kalaysınız'' dedim Kara Almas'ın selamı var dediler, iki saatte tavanları, barı hazır ettiler. Sonrasında mekanıma geldi Kara, sohbet iyice koyulaştı, sokak dövüşü ve yarışı ile ilgileniyormuş. Mavi Ceketliler kendi işlerine çokça müdahil olunca ek gelir getirsin diye, sözüm ona burada diğerlerine yem olmamam için  beni himayesi altına almak istemiş. Eh bunun bedelini ben değil o ödeyince kafası karışmış. Şimdi arada bir buluşuruz oğlunu, yarışırken bir kazada kaybetmiş; çiftlik almış kendine devlete süt satıyormuş karanlık günlerini geride bırakmış.
                Dedim ya araba yarışlarında Oğlunu kaybetmiş, haberi yokmuş onunda direksiyon tuttuğundan. Şimdi yemin etmiş arabaya binmiyor bir daha. Kanına girdim; motor binmesini öğrettim, Harley aldırdım kendisine. Ona gittiğim günü hiç unutamamış ben cehennemdim sen bana nerden nasıl geldin hiç anlamadım dedi. Ben hiç bir yerden gelmedim, öle geziyordum sırat köprüsünde ayaklarımı ellerime sen aldırdın dedim. Yine bir şey anlamadı.
                 Saçlarım kurudu sayılır, belime kadar indiler artık. Facebook'a baktın mı? Yeni şeyler var, arada bir kontrol et.
                                               Ferdi