31 Ekim 2011 Pazartesi

'' Hans İşi..''

''Hans İşi...''       

        Gözlerimi viyadüklerin ihtişamlarından alamıyorum. Acaba bu devasa yapının üzerindeki otobanda yürüyenler var mıdır? Peki ya araba mezarlığının içerisindeki hurda yığınlarının arasında dolaşan gölgeler . Hatırlamak istediğim için aklımda kalan anılarım hep bir tırmanış maceralarıydı, viyadüklere tırmanmak,yük vagonlarına tırmanmak,değirmenlere tırmanmak. . Düşlerim zamanla etrafımdaki binaların şekillerine göre değişmiş durumda. Manaları hep aynı, Gözümü yükseklere dikmiştim. Yine de beni  en çok heyecanlandıran yer Denver lisesiydi. Üç katlı binanın geniş bodrum katında, etrafında üzerinde ancak yürünebilecek dar çimento platformlara bağlanan, duvarlara gömülü demir basamakların çıktığı, olduğu yere sabitleştirilmiş bir kazan vardı. Üst katlarda duvarlarda yerleştirilen makineler birbirine o kadar yakındı ki, aralarında tünel gibi daracık bir boşluk kalıyor, benim gibi ufak tefek biri bile zorlanarak geçiyordu. Deriden örülmüş dev bir ağa benzeyen, birbirine geçmiş kolonların bağlanması için duvarlarda kare şeklinde oyuklar açılmıştı. Oraya buraya atılmış eski makine parçaları ( çoğu örsten daha ağır, elle tutulup taşınamayacak kadar hantal, kenarları tırtıklı parçalar, sac levhalar, yedek parçalar, yaylar, tekerlekler, cıvatalar, vs) yıllardır uykuda olan bina içinde durdukları yerde kalın bir toz tabakasıyla kaplanmıştı. İnsanın içini ürperten, ölü bir tozdu bu, dumura uğramış bir halde ortalıkta gezinirken ayak bileklerime kadar içine gömülmeme karşın, bir zerresi bile ayakkabıma girmiyordu. Her şey bırakıldığı gibi kalmıştı, güneş enerjisi sayesinde sürekli çoğalan sineklerin çevremde uğuldayarak uçması dışında ne bir ses ne bir hareket vardı. Oraya girdiğimde arabaların vızır vızır işlediği 20. Cadde viyadüğünün sadece bir kaç yüz metre uzağımda olmasına karşın, mezara girmiş gibi oluyordum. Üstüne üstlük içerideyken zaten sıcak olan hava daha da ısınıyor, aniden kaçmak zorunda kalsam kıpırdayamayacakmış gibi olacağımı sanıyordum.
                Babam Neal,  yolculuğumuzun ilk taşıtında bana otostopla ilgili, 18-19 yaşına gelinceye kadar inandığım ( aslında birbirinin zıddıymış gibi görünen iki fikirden bahsetti: Birincisi birinin seni arabasına almasına beklemektense hiç durmadan, gece bile yürümekti ki, biz de belli bir bekleme noktasında durmamış, yürümüştük. İkincisi ise berduşların şaşmaz düsturu olan, Tanrı'ya güvenmek ve arabayla yapılan ve nereye gidildiği hiç de önemli olmayan bir yolculuğun en iyi olduğu şeklindeki anlayıştı.
                İnsanların vicdanlarına mı el kaldırıyordum. Okula giden bir öğrenci olduğumu nihayetinde belli eden defterlerim hep önümde, ellerimde dururdu. Geçenlerde eski evimde dolapta buldum, bir güzel göz alıcı simli kağıtlarla kaplamışım defterleri. Otostop yapan bir öğrencinin amacına uygun reklam yapma içgüdüsü. 'Yolunuz nereye olursa beni'de al' . El yordamıyla sürdürülen cinsel hayatın sokaktaki uzantıları ve ürün amblaj ilişkisinin ticari kaygılardan ötürü bir kenara bırakıldığı içerik olgusudur baş parmak.

     Beat it. Be on the road.                                                                              31.10.2011Altunizade  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder